RSS

Dalyanlı Gezginler

MEKSİKA


MEKSİKA

Kuzey Amerika'da yer alan ülke, 130 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık 10. ülkesidir. Yüzölçümüyle de bizim ülkemizden 2,5 kat daha büyüktür. Kuzey de tek komşusu ABD iken güneyde Belize ve Guatamala ile komşudur. ABD - Meksika sınırı dünyanın en uzun 2. sınırıdır. Katolik nüfusun en kalabalık olduğu 2. ülkedir. Dünyanın en büyük piramidi olan Cholula piramidi Meksika'da bulunmakta ve Cholula aynı zamanda inşa edilen en büyük mezarlıktır.
Çikolata, Domates ve Tekila'nın anavatanıdır. İspanyolcanın en çok konuşulduğu ülkedir. Ülkemiz saati Meksika saatinden 9 saat ileridir. 


1. GÜN : MEXİCO CİTY:



Uçuşumuz Dalaman-Sabiha Gökçen-Amsterdam- Mexico City şeklinde gerçekleşti, Birçok havayolu kullanan bizler, ilk defa bu kadar çok sıkıntılar yaşadık. Gerçekten KLM çok sıkıntılı bir havayolu şirketi, birde Amsterdam - Saw uçuşlarını Pegasus gerçekleştirince daha büyük sıkıntılar yaşadık. Biletlerimizi KLM den almamıza rağmen Türkiye ayağını Pegasus gerçekleştirdiği için, bizimle hiç ilgilenmeyip, Pegasus'a şutladılar. Pegasus'un da Amsterdam havalimanı içinde ofisinin olmayışı ve biniş kartımızın ancak uçak kalkmadan hemen önce verilmesi, havalimanında biniş kartsız su dahi satılmaması gibi birçok sorun ile karşılaştık.

Artı uçak içinde hostesler çok sert ve kaba, resmen adamı azarlıyorlar. Dövecekler diye korkmadım değil hani, Yemekte eşim içki içmediğinden onun adına bira isteyip onun hakkını içtiğim de, hostes gelip beni azarladı, Kurallara uygun değilmiş. Sınırsız içki servisi yapan diğer havayollarına minnettar olmamak elde değil.
3 buçuk saat Amsterdam, 10 buçuk saat Mexico city uçuşu sonrası Mexico city'e ulaştık. Havalimanında pasaport işlemlerini halletmek kolay değil. Havalimanının daracık koridorlarından geçerken, sizinle sadece 1 memurun ilgilenmesi, buna size uçakta verilen formun, her kısmının teker teker doldurulup doldurulmadığının kontrol edilmesi eklenince bavulunuzu almaya 1 saatte gidemiyorsunuz.
Türk vatandaşları için vize almak çok kolaydı ama kapıdan girmek o kadar kolay olmuyor. İnternetten, hiç para ödemeden 5dk’dan kısa bir sürede alabildiğiniz Meksika vizesi, girişte size birçok soru sorulmasına neden olabiliyor, diğer ülke vatandaşlarına sorgu sualsiz giriş izni verirken memur, bize kaç gün kalacaksınız, otel rezervasyonu vs. gibi birçok soru soruyor. Rezervasyonumuz 3 günlük, gezimiz 15 günlük olunca kafası karışıyor ve bir üstüne danışmaya çıkıyor, dönüş biletimizinde oluşu olayı çözüyor ve ülkeye girişimiz onaylanıyor. Siz siz olun yalancıktan da olsa otel rezervasyonu yapın.
Havaalanında internet olmasına rağmen o an biz kullanamıyoruz. Mecburen kapıda ki taksileri kullanıyoruz. Kapıda ki taksilerin pahalı olduğundan Uber kurmuştuk telefonumuza ama internet olmayınca bir işe yaramıyor. Havalimanından zocalo meydanını yakınındaki evimize 300 pezo taksi ücreti ödüyoruz.
Airbnb den bir daire kiralamıştık ilk 3 gün için, hem uzun yolculuk sonrası kendimizi toplamak, hem de Airbnb’nin 85tl’lik hediye çekini değerlendirmek için. Bize evin maliyeti günlük 500 pezo civarı, Çok korunaklı bir site içinde ve gerçekten çok harika güzel bir ev.
Eve geldiğimizde gün çoktan batmış, yemeğimizi yiyip, yatıyoruz ama 9 saat farktan uyuyamıyoruz.


2. GÜN : MEXİCO CİTY



Sabah erkenden sokaklara atıyoruz kendimizi, evimiz güzel olmasına rağmen mahalle çok tekin gelmiyor ilk etapta, Şehrin kenar mahallesi izlenimi veriyor. İnsanlar bizle hiç ilgilenmemesine karşın biz Amerikan filmlerinden aldığımız  kötü derslerle onlara iyi gözle bakamıyoruz. Ama kısa sürede atıyoruz üzerimizden bu tedirginliği ve gezimiz boyunca birçok şehirde geceleri seyahat etmemize ve arka sokaklarda dahi dolaşmamıza rağmen, bu endişeyi yaşamıyoruz. Güvenlik sorunu kesinlikle çekmiyoruz. Diyebilirim ki, ülkemizden çok daha güvenli bir ülke.

Maps.me uygulamasının yardımıyla kendimizi Zocalo Meydanına atmayı planlarken, bir yandan da çevreyi keşfediyoruz. Tüm Meksika şehirlerinin bir Zocalo Meydanı var. Buralar şehrin en büyük ve en eski meydanları oluyor genelde, bizde şehre bu meydandan başlayalım diyoruz.
Ama meydana ulaşmadan listemizin son sırasındaki, Palacio de Bellas artes (Güzel sanatlar Sarayı) ulaşıyoruz. Burası bizim eve çok daha yakınmış.
 
Palacio de bellas artes
Ata Erk, gece uyumadığı için gezimizin ilk durağına bile ulaşmadan uyuyakalıyor. Müzenin binası muhteşem görkemli bir yapı, bahçesinde de bir park mevcut, sabahın erken saati olmasına karşın birçok ziyaretçi bahçede ki yerini almış. Müze çevresinde ki birçok yol, pazar günü olmasından dolayı araç trafiğine kapalı, birçok Meksikalı ailecek bisiklet, kaykay, patenleriyle sokaklardalar. Müzenin açılmasına 2 saat olmasına karşın önünde kuyruk oluşmaya başlıyor. Pazarları tüm müzeler ücretsiz olmasının sanırım kuyruğa önemli etkisi var.
Ata Erk in uyanması 1 saati buluyor, kuyruk çok uzadı hala müzenin açılmasına 1 saat var, biz kuyruğu beklemeyip, Zocalo'ya doğru yola koyuluyoruz. 1km’lik bu yolculuk şehrin modern yönünü gösteriyor bize, geniş bir cadde, sıra sıra Koloni dönemine ait harika yapılar. dükkanlarını açmaya çalışan Meksikalılar..
Acele etmeden 20 dakika sonra ulaşıyoruz meydana, Meydanda ilk durağımız büyük Katedral, pazar günü olması nedeniyle çok kalabalık. Dini bir tören için, küçük çocuklar gelinlikleriyle oradalar. İçeride pazar ayini başlamış olmasına rağmen rahatlıkla dolaşıyoruz. Güzel görkemli bir yapı, dışarıya çıkınca yan  taraftan sesler duyuyoruz, hemen eğlenceye dâhil oluyoruz. Astek kıyafetleriyle müzik yapıp dans ediyorlar, birçok gurup var sırayla gösteri yapıyorlar, bizde bir gösteriden diğerine savruluyoruz. 1 saate yakın gösteride takıldıktan sonra ara sokaklara dalıyoruz.
ilk Palacio Nacional, yani başkanlık sarayı gözümüze çarpıyor sonra anayasa mahkemesi, her bir bina tarih yüklü, bir binadan diğerine koşuyoruz.  21 milyon nüfusa rağmen gezmekte hiç zorlanmıyoruz başkenti gezerken. Tüm tarihi şehri yürüyerek dolaşıyoruz. Sonra ara sokaklarda kaybolmak için dalıyoruz. Ama bu şehirde kaybolmak gerçekten imkânsız. Sokaklar ızgara şeklinde, çok düzenli. Adres bulmak, çok kolay.


Sonra bir halk pazarına ulaşıyoruz. Sokaklarda makyaj yaptıran kadınlar var. Meksika kadını çok süslü, yan yana birçok kozmetik ürünü satan dükkânlar mevcut. Pazara ulaşmışken, prizler için adaptör bakıyorum. Burada hem prizler farklı hem elektrik 110v 60hz. Ama bu sorunu, 3-5 TL ye alacağınız küçük bir adaptörle çözebiliyorsunuz. Tabi ki biz 3. gün ancak çözebiliyoruz. Derdimizi anlatmakta epey zorlanıyoruz. İngilizce bilen hiç kimseye rastlamayınca nasılsa gözümüze çarpar deyip çokta üstüne gitmiyoruz. Ancak işin ciddiyetini ertesi gün şarjlarımız iyice azalınca anlıyoruz. 

Ara sokaklarda epey dolaştıktan sonra karnımız acıkıyor, yolda Meksikalıların bir dükkânda yoğunlaştığını görünce bizde yanaşıyoruz. Milletin elinde görüp sevebileceğimiz düşündüğümüz birkaç yemekten biz de alıyoruz. Cadde de ayakta midemize indiriyoruz. Fiyatlar çok uygun ama açlık yatışsa da tam doymuyoruz. En azından bir kaç saat idare eder deyip yola devam ediyoruz. Ata Erk in, Türkiye'de Meksika belgeselinde görüp, ağzından düşürmediği sokak satıcılarından közlenmiş mısır alıyoruz. Meksika için mısır en değerli besin kaynaklarından.
Sonra Museo de la Secretaria de Hacienda y Credito Publico (Maliye müzesi ) geziyoruz ve kendimizi zocalo meydanına geri atıyoruz.  Meydanın hemen yan tarafındaki yerel dans gösterilerini izlerken karşıdaki tacos dükkanından getirdiğim tacosları gösteriler eşliğinde mideye indiriyoruz. Tacos, tortilla ekmeği adı verilen, mısır unundan yapılmış minnacık lavaşın içine et, döner veya herhangi bir besinin konulup servis edilmesi. Bu en sevdiğim Meksika yemeği, tatil boyunca çeşitli türlerini bol bol tüketiyoruz.
Karnımızın tokluğunun verdiği mutlulukla hemen Zocalonun bitişiğinde ki, Templo Mayor'u geziyoruz. Burası bir Astek tapınağı, İspanyollar şehir merkezindeki, tüm yapıları yok edip kendi şehirlerini kurmuşlar, Fakat bu tapınak en büyüğü olduğundan bir kısmı tahrip edilse de, diğer kalıntılar toprak altında bırakılmış, burası ancak 1978 de bir elektrik şirketinin çalışmaları sırasında tesadüfen bulunmuş ve UNESCO dünya mirası listesine alınmış. Buranın girişinde çantanızı emanete alıyorlar, girişte de, emanete de para vermiyoruz. Sanırım pazar olduğu için. 1 saate yakın zamanımızı burada geçirdikten sonra evimizin yolunu tutuyoruz.
Akşamüzeri karanlık çöktü çökecek, yolda akın akın müzisyenlerin, plaza Garibaldi'ye doğru gittiklerini görüyoruz. Her bir sokaktan başka bir müzisyen kendine has kıyafeti ve elinde müzik aletiyle plazaya doğru
gidiyor, kıyafetleri birbirinden farklı ve çok hoş.
Evimizde yemek sonrası plaza Garibaldiye gidiyoruz. Biraz geç kalmış olmamıza rağmen halen birçok gurup müzik yapıyor. Restaurantlarda müzik yapanlar da var. Meydanda bireysel özgür guruplarda, bir süre müziğin tadını çıkarıp. Yorgunluğumuzu gidermek için yatağın yolunu tutuyoruz.


3. GÜN : MEXİCO CİTY - TEOTİHUACAN



Kahvaltının ardından, UBER uygulamasını kullanıp taxi çağırıyoruz. İstikamet, Terminal Autobuses del Norte yani kuzey otobüs terminali. Burası kaldığımız yere yaklaşık 6km olmasına rağmen uber ile 45 pezo nun altında bir fiyata ulaşıyoruz. Bu da Türk parasıyla 10 TL’nin altında bir fiyat yapıyor. Havalimanında 1 euro  22 pezoydu. İlginçtir bu kur Mexico City'nin en yüksek kuruydu. Şehirde kurlar havalimanından çok daha düşüktü.

Taksi hemen geliyor. 15 dakika sonra terminaldeyiz. Terminal de, Teotihuacan yazıhanesi en solda, Biletimizi ilk otobüse alıyoruz. Her yarım saatte bir otobüs var. Bilet fiyatı 52 pezo, biz gidiş dönüş alıyoruz, dönüşte uğraşmamak adına, iyi ki de öyle yapıyoruz. Bilet satanların çok iyi İngilizce bildiğini okumuştum. Ama maalesef bize bileni denk gelmiyor.10 dakika gecikmeli otobüsümüz geliyor. Sırayla alınıyoruz içeri, Otobüs te bir kaç turist daha var diğerleri Meksikalı, Otobüs Antik şehre uğrayıp, sonra başka köylere gidiyor. Yolculuk yaklaşık 1 saat sürüyor. Yolda bir durakta duruyor ve eli kameralı bir polis gelip tüm yolcuların görüntülerini alıp otobüsten ayrılıyor. Bu uygulamayı daha sonra ki birçok otobüs yolculuğumuzda tanık oluyoruz. Hatta tipini beğenmediği yolcuların kimlik bilgilerine bakıyor. Benim de tipimi beğenmemiş olacaklar, Bize de kimlik soranlar oldu ama turist olduğumuzu söyleyince kimliğimize bakma gereği duymadılar.
1 saatin sonunda otobüs bizi hemen antik kentin dışında bırakıyor. 5 DK yürüme sonrası biletimizi alıp, şehre dalıyoruz. Birçok girişte olduğu gibi buranın da ücreti 70 pezo, pezoyu direk 5 e bölerek, aşağı  yukarı Türk parası karşılığını bulabilirsiniz. Ata Erk tabi ki tüm giriş, bilet ve ücretlerden muaf, sadece 2 haftalık gezimiz boyunca bir minibüsçü ek ücret istedi ve bir de Oaxaca'da kaldığımız hostel ek ücret talep etti başkada bir ücret talep edilmedi.
Teotihuacan Küzey Amerika'nın en büyük antik kenti. Astek şehri olarak bilinse de aslında Astekler bu topraklara gelmeden 600 yıl önce m.ö 100 yıllarında kurulduğu ve şehirde 100 bin kişinin yaşadığı düşünülüyor. Şehri kimlerin kurduğu belirsiz ama Zapotekler, Mistekler ve Mayaların yaşadığı biliniyor.
Biz şehre ilk otobüsle geldiğimizi düşünürken, içerdeki yoğunluğu görünce şaşırıyoruz. Buraya olabildiğince erken gelmek lazım, Şehir çok büyük ve öğle sıcağında dolaşmak gerçekten çok zor.
Ölüler yolu olarak adlandırılan yol şehrin tam kalbinden geçiyor. Biz de bu yolda ilerliyoruz. Şehir gerçekten çok geniş bir alana yayılmış Ve hala dim dik ayakta, İlk Güneş piramidine ulaşıyoruz ve en tepesine tırmanıyoruz, tabi ki kolay olmuyor ama epey bir uğraştan sonra zirveye varıyoruz. Buradan tüm şehri görebiliyorsunuz. Bizde birer bir şeyler atıştırıp soluklanıyoruz. Sonra bol bol resimlendirip, Ölüler yoluna tekrar iniyoruz. Sonra yolun en sonunda ki Ay Piramidine ulaşıyoruz. Biz Ata Erk ile sadece uzaktan izlemekle yetiniyoruz. Ayfer'in, zirveye kadar çıkılmasa da yarıya kadar çıkışını geriden izliyoruz. Sonra hep birlikte
Tüylü Yılan Tapınağını da gezip, Çıkışın yolunu tutuyoruz. 4 saatten biraz fazla sürüyor antik şehir gezimiz. Dönüş için girdiğiniz kapıya geri dönmenize gerek yok. Ay Piramidinin oradan çıkabiliyorsunuz. Çıkışta ana yola geliyoruz ve şansımızdan 5 DK sonra otobüs geliyor. Otobüs bizi sabah bıraktığı noktadan yolcularını da aldıktan sonra yoluna devam ediyor. Yolda elinde gitarıyla bir yolcu biniyor ve tam karşımıza oturuyor. Gitarını kılıfından çıkarıp başlıyor çalıp söylemeye, bizden başka olaya şaşıran yok. Biranda tüm yorgunluğumuzu atıyoruz. Bu mini otobüs konseri yarım saat kadar sürüyor. Sonrasında yolcu tüm otobüsü dolaşıp bahşişini toplayıp, şoföre parasını ödeyip otobüsten iniyor.
Yolda su, yiyecek vs satan kişilere tanık olmuştuk ta böylesine ilk defa rastlıyoruz.
Otobüs terminale vardığında hemen internete sarılıyoruz. Meksika'da tüm otobüs terminallerinde ücretsiz internet var. Biz de bu nimetten sonuna kadar yararlanıyoruz. Meksika ile Türkiye arasında 9 saat fark olduğu için Karşı tarafı gece yarısı rahatsız etmek istemediğimizden, Ancak öğle saatlerine kadar Ülkemiz ile konuşabiliyoruz. 
Terminalden tekrar Uber aracılığı ile taksi çağırıyoruz. Bu sefer ki istikamet Paseo de la Reforma caddesinde ki Atatürk heykeliTerminalden uzaklığı yaklaşık 20 km, Biz taksiyi terminalin hemen çıkışında ki yolda beklerken, taksinin bizi terminalin çıkışında ki anayolda beklediğini anlıyorum Uber
uygulamasından. Bu uygulamanın her gün yeni bir özelliğini keşfediyorum ama 2 defa ceza ödemekten de kurtulamıyorum. Neyse ileride konuyu daha ayrıntılı ele alacağım.
Taksiye bu yol için ödediğimiz ücret 136 pezo, Heykelin bulunduğu bölge gördüğümüz ve alıştığımız Mexico City'den çok farklı, Düzenli modern ve lüks. Taksiciyi yolda bekletip Atamızı ziyaret ediyoruz. Bu kadar uzakta Atatürk'ün heykelini görmek bizi çok mutlu ediyor ama taksici bizim mutluluğumuza bir anlam veremiyor ve Tabi ki tanımıyor Atamızı. Yolda birçok anıt heykel görüyoruz ülke gerçekten sanata çok değer verdiğini ispatlıyor bize.
2003’te dikilmiş olan bu heykel caddenin tam ortasında bulunuyor ve Bayrağımızın hilali ile süslenmiş Heykeltıraşı da bir Azeri imiş.
Taksici fotoğraf işi uzayınca gelip kendisi çekmeye karar veriyor fotoğraflarımızı sonrasında da işini bitirip arabasına atlıyor. Bizde mecburiyetten oradan ayrılıyoruz. Taksici bizi Zocalo meydanına bırakıp ayrılıyor. Meydan da pazar günkü hareketliğinden eser yok. Biz de bir süre ara sokaklarda ki dükkânlara göz atıp, Akşam yemeğimizde tacos yiyip evimizin yolunu tutuyoruz.


4.GÜN : MEXİCO CİTY - Ulusal Antropoloji Müzesi



Sabah yine erkenden yollara düşme niyetindeyiz, fakat Uber Taxi’yi erken çağırıp aşağıya inmekte gecikince taksi bizi beklememiş tabi ki, bekleme süresinin 2 dakika ve bu süre içinde gelmesek ceza ödüyormuşuz, öğreniyoruz. 2. taksiyi çağırdığımda yolculuğu başka birileriyle paylaşabileceğimizi öğreniyoruz. Grap, Endonezya'da kullanmıştık ama Uber ile dediğim gibi ilk deneyimiz, yavaş yavaş öğreniyoruz. Taksi yi bir Fransız ile paylaşıyoruz. Hep birlikte Ado terminale gidiyoruz. Ado Meksika'nın en büyük Otobüs firması, o kadar büyük ki, Otobüs işi onun tekelinde diyebilirim. Tüm şehirlerde kendine ait terminali var Ado firmasının. Biz de internet üzerinden almayı başaramadığımız için biletlerimizi terminalden alalım diyoruz. Biletleme olayını hem çok anlayamadığımdan, hem de yabancı kredi kartlarıyla ödeme yapılamadığından, gidip terminalden almaya karar veriyoruz.
Fransız arkadaşta bize yardımcı oluyor, hem şoföre bizi beklemesi için hem de terminali bulmamız için. Sağ olsun taksici bizi yanlış bir yerde indirdiğinden terminal kapısını sora sora bulmak arkadaşa düşüyor. Bu ülkede Turistler dışında, İngilizce bilen birisi olabilme ihtimalini zaten biz çoktan unutmuş durumdayız.

Biletlerimizi alıp taksiye dönüyoruz. Camda ki Fiat yazısı dikkatimi çekiyor sonra görüyorum ki şuan bizim ülkemizde üretilen Fiat Egea’lar, taa buralara gelmiş ama burada Dodge Neon markasıyla satılıyor.
Tam, taksilerin ucuzluğunu görünce bu ülke de ulaşım çok ucuz diyecekken Ado bizi kendimize getiriyor. Taksiler ucuz ama otobüsler pahalı bu ülkede, sanırım Ado'nun tekele dönüşmesiyle alakalı bu durum. Taksici bizi bu kez Antropoloji müzesine bırakıyor.
Müze anlatılmaz gerçekten, bir itirafta bulunmak gerekirse
Müze sevgisi eksik olan, çoğu müzede bir süre sonra sıkılan ben burayı görünce ağzım 2 karış açık kalıyor. Tüm günümüzü burada geçirmemize rağmen müzeye doyamıyoruz.
Müzenin açıldığı ilk saatlerde saat 9,00 da kapıdayız. Giriş yine 70 pezo, girişte çanta vs. eşyanızı teslim ediyorsunuz herhangi bir ücret talep edilmiyor.
Müze tüm Meksika'dan getirilen eserlerden oluşmuş. Özellikle Aztek ve Maya eserleri sergileniyor bunun dışında Olmek ve Toltek uygarlıklarına ait eserler de mevcut. Müze 2 kattan oluşuyor, üst katta ise eski Orta Amerika uygarlıklarının gündelik yaşamlarını, giysilerini, müzik aletlerini ve oyunlarını gösteren etnografya müzesi de var. 
Müzenin en ünlü eseri ise, Aztek takviminin yer aldığı ünlü Güneş taşı, Bu taşta insan kurban edilirmiş, 3,5 mt çapındaki taşın ağırlığı ise 26 ton.,Azteklerin, bu taştan bir yılın 365 gün olduğunu bildiği anlaşılmış. 
Müzenin başka dikkat çeken bölümü ise Pok a Pok oyunun sergilendiği bölüm. Bu oyun tüm Aztek ve Maya şehirlerinde bulunan bir sahada oynanıyor. Duvara asılı delikten kauçuktan yaptıkları topu geçirmeye çalışan 2 takım tarafından oynanırmış, oyun daha çok dini bir tören niteliğinde olurmuş, el, kol, bacak kullanmanın yasak olduğu kalça ve baldırla oynanan bir oyun. Kimine göre kazanan takımın kaptanının kimine göre kaybeden takımın, kurban edildiği bir garip oyun.
Müzenin alt katını bitirdiğimiz de öğle saatleri çoktan gelmiş, Dışarı çıkıp yakıt ikmali yapıyoruz. Hemen çıkışta hazır yiyecekler var ayaküstü hamburger yiyoruz. Hemen karşımızda ki, Uzuuun bir direğe ayaklarından bağlanarak dönen insanları görünce dikkatimizi oraya yöneltiyoruz. Direğin tepesinde bir kişinin flüt ve davul çaldığını sonradan fark ediyoruz. Yerel kıyafetler ile yapılan bu gösteri eski bir ayinmiş ama şuan sadece para için yapılan bir gösteri haline gelmiş, sonra ki günlerde de birçok şehirde bu gösteriyi izleme şansı buluyoruz. (Danza de los voladores )
Müze Dışındaki Parklar
Yemek sonrası tekrar müzeye giriyoruz. Elinizde ki bilet ile giriş çıkış yapabiliyorsunuz gün içinde sorun olmuyor.
3-4 saat sonrası müzeyi komple bitiriyoruz. Ortada ki havuzun kenarında bir müddet yatıp yorgunluğumuzu attıktan sonra, çevreyi keşfediyoruz. Müze dışında parklar heykeller ve kocaman yeşil alanlar var burada akşamı ettikten sonra, yolun karşısına geçip bizi zocalo meydanına götürecek otobüse biniyoruz.
Şehir içi otobüslerde madeni para geçiyor, kocaman metal bir kutu var, siz üstteki delikten bozuk paraları atıyorsunuz, şoför kendine doğru bakan cam kısmından paraları görüyor va paralar kocaman kutunun içine düşüyor. Çok ucuz 5 pezoydu sanırım ama bozuk para bulundurmak şart şoför kâğıt para kabul etmiyor.
Zocalo'ya geldiğimizde akşam olmak üzere, bu kez telefonumuzu şarj etmek için adaptör bulmamız şart, şarjımız bitti bitecek. Olmasını umduğum tüm dükkânlarda aradığımı bulamayınca yardım alıyoruz. Bu kez yardım Türkiye'den bir arkadaş, aradığımızın nerede olabileceğini söylüyor bize de gidip almak düşüyor. Elektrikçilere bakmayı akıl edemiyorum nedense, ben ya teknoloji mağazalarına yada bizde ki bin bir çeşit tarzı çin malı satan dükkanlara bakmışım hep. Lenova p2 telefonum bizim tasarruflu kullanmamız sayesinde bizi 3 gün yalnız bırakmıyor.
Aksam birde evimizin bulunduğu mahallenin arka sokaklarını keşfe çıkıyoruz. Meksikalılar da Uzakdoğulular gibi dışarıda yemek yiyor çoğunlukla, sokakta birçok yemek satıcıları görüyoruz. Bizdekinin aksine burada poğaça sabah değil akşamüstü çıkıyor. Gözümüze güzel görünenlerden alıyoruz. Mahallemizi beğensek te eve dönmeliyiz Oaxaca otobüsümüz kalkmak üzere 
Airbnb'den kiraladığımız evimizi geç saatlerde terk ediyoruz. Ev sahibimiz bize epey indirim yapmıştı, birde Oaxaca otobüsümüz gece 12 de olduğundan gece 11 de boşaltma isteğimizi geri çevirmiyor. Anahtarımızı ev sahibimizin dediği gibi, kapının hemen dışındaki parmaklıklara tutturulmuş şifreli bir kutuya kilitleyip, taksi ile otogara gidiyoruz.
Ado Otobüs Terminali
Otobüs tam saatinde kalkıyor fakat otobüse uçağa alınır gibi alınıyoruz. Otobüs perona yanaşıyor güvenlik sizi ve eşyalarınızı kontrol edip sırayla alıyor. Otobüsler Avrupa tarzı(Amerikan burunlu tipte değil) lüks güzel ferah fakat tek bir ön kapıdan giriyorsunuz. Ortada veya arkada başka kapı yok. Fakat en arkada uçaktakine benzer wc koymuşlar. Genelde hiç mola vermiyor, sadece otogarlarda yolcu indirip yolcu bindiriyor, bu esnada araca görevliler gelip wc cam temizliğini yapıyor. Başka bir görevli inen binen yolcuların bagaj işlemiyle ilgileniyor, başka biriyse inen binen yolcuyu kontrol ediyor, şoför değişimiyse yine bu otogarlarda oluyor. Seyir esnasında ise sadece Şoför var, muavin hostes vs. maalesef bulunmuyor. Tabi ki bizde ki gibi otobüslerde çay kahve vs ikramı yapılmadığı gibi otobüslerde bu ikramlar için gerekli bir ekipman da yok. Ekipmanların olması gereken yerde fazladan koltuklar var. Bizde ki Mercedes’ler yerine burada genelde Man ve Scania markaları var.


5. GÜN : OAXACA



8 saat otobüs yolculuğu sonrası sabahın erken saatlerinde iniyoruz Oaxaca otogarına. Otogarda bir soluklanıp internet molası veriyoruz. Burada bir otel rezervasyonumuz yok ama bir arkadaşın daha önce kalıp tavsiye ettiği bir hostel ismi var elimizde. Taksiye atlayıp bize önerilen Hostel Pochon'a gidiyoruz. Hostel çalışanı bize, boş özel oda olmadığı için 6 kişilik bir oda veriyor. 290 pezo bizim için, 50 pezo da Ata Erk için alıyorlar. 40 pezo da depozito veriyoruz. Eşyalarımızı odamıza atıp, Kahvaltı yapıp sokağa atıyoruz kendimizi.

Oaxaca daha sakin bir şehir, Sabah saatleri olması nedeniyle sokaklar bomboş ama çok renkli koloni dönemine ait binalar görüyoruz.
Sokakları biraz dolaştıktan sonra kendimizi ünlü Santa Domingo kilisesinde buluyoruz. Kilisenin hemen önündeki Oaxaca yazısı önünde resim çekilmeyi ihmal etmiyoruz. Kilisenin bahçesinde Ata Erk'in güvercinleri kovalaması bitince içini de dolaşıp yolumuza devam ediyoruz. Sonra yine sokaklarda kaybolmayı seçiyoruz. Sokaklar burada da hiç kaybolmaya elverişli değil, Kareli defter misali tüm sokaklar kesişiyor.
Sonra Museo de arte contemporaneo, Yani çağdaş sanat müzesini geziyoruz, sonra eski tiyatronun önünden geçip, Casa Juarez Eski başkanının evini görüyoruz. Sonra şehri gezmeyi bırakıp, Arbol Del Tule yani 2000 yaşındaki bir ağacı görmeye karar veriyoruz. Burayı gezmek için şehrin biraz dışında ki, pazaryerine yöneliyoruz, pazaryerinin oradaki anayoldan dolmuş taksiler kalkıyor, 10 km lik bu yolun bedeli 30 pezo, dolmuş taksiler çok sık geçiyor, öne
Arbol Del Tule
2, arkaya 3 yolcu alıyorlar. Ön koltukta birbirini tanımayan bir kadın ve bir erkek neredeyse kucak kucağa seyahat edebiliyor dolmuşta, ama hiç bir sıkıntı yaşanmıyor. İnsanlar gayet doğal ve anlayışlı. 
Yarım saat sonrası kasabadayız. Ağaç kasabanın tam merkezinde bizim gibi birçok turist var çoğu da yabancı. Girişte 10 pezo ücret alınıyor. 
Kalınlığı 58 metre, yüksekliği 42mt, hacmi 817m3, ağırlığı 636 ton.
Bizde ki gibi sadece yılını veya yaşını yazmamışlar resmen koskoca levha koymuşlar. Bir ağaç görmeye taa oralarımı gideceğiz demiştik ama gerçekten ağacın büyüklüğü karşısında büyüleniyoruz.
Kasaba merkezi ağaç çevresindeki binalardan ve parktan oluşuyor, yarım saat sonunda geldiğimiz gibi dolmuşa binip ayrılıyoruz. Dönüş yolunda biz derdimizi dolmuşçuya, dolmuşçu derdini bize anlatamayınca, dolmuşçunun bizi kandırdığını ve farklı bir yerde indirildiğimizi düşünüyoruz. Adama kızıp hatta eksik para veriyorum. O kadar dolandırılmışız ki başka ülkeler de, kimselere güvenemez olmuşuz. Bindiğimiz nokta da indirilmediğimizden çevre çok yabancı, fakat biraz ilerleyince görüyoruz ki, sadece bir sokak geride indirilmişiz. Yaptığıma pişman oluyorum ama çok geç. Meksikalılar bize ilk insanlık dersini veriyor.
Sonra Zocalo meydanına geliyoruz. Oranın biraz havasını soluyoruz. Büyük kiliseyle resimler çekilip, Karşıdaki seyyar satıcılara göz atıyoruz. Sonra da, pazarına gidiyoruz. İlk Mercado Benito Juarez'i geziyoruz burası bir nevi kapalı pazaryeri, aklınıza gelebilecek tüm ürünleri bulabileceğiniz bir pazar. Karşısında ise Mercado 20 de Noviembre var yanı lokantaların olduğu yemek yeme pazarı. Burada birçok çeşit lokanta var artık sulu bir şeyler deneyelim diyoruz. Ayfer Chilaquiles denerken
ben Entomatadas deniyorum. Ata Erk'in seçimi ise Caldo de res. Menüden içindekileri beğenerek seçtiğimiz bu yemekleri menüden göstermemiz hatta karşıya kocaman astıkları resimlerden işaretle belirtmemiz yetmiyor. Ortak bir dilde buluşmamamıza rağmen, Meksikalılar bize durmadan bir şeyler soruyor. Konuşmayı çok seven bu halk, sizin anlayıp anlamadığınıza aldırmaksızın kendi bildiği dilde yani İspanyolca konuşup duruyorlar. Sanırım cümlenin birinde onları anlayacağımızı düşünüyorlar.
Menüden yemeğin ismini söylemek yetmiyor, etlimi etsiz mi olacak? Etliyse ne eti olacak vs. vs. sorular uzayıp gidiyor. Yeter artık getir şu yemeğimi dedirtene kadar bıkmadan usanmadan soruyorlar.
Burada birçok yemeğin tabanına, bizde iskenderin altına pide serildiği gibi Meksikalılar da mısır çipsi koyuyor, çips baharatsız el yapımı. Benim ve Ayfer’in tabağında da bol cips mevcut. Sonra meşhur siyah fasulyeleri de tabakta bol yer buluyor. Ama etleri müthiş lezzetli.
Yemekten sonra Meydana geri dönüyoruz. Müzisyenler çoktan
çalmaya başlamışlar, yerel kıyafetler içinde biri çok genç 2 kişilik bir grubun müziğinden çok hoşlanıyoruz. Değişik ensturumanlar ile 2 kişilik dev kadrolar gerçekten. Aralar da kendi cd lerini satıp bahşiş toplamaya çalışıyorlar. Ata Erk te çok beğenmiş olacak ki, ilk kez birilerine para vermekte hiç zorlanmıyor. Sonra Meydenda orkestra performansı eşliğinde Tango yapan, beyaz giyimli birçok çift görüyoruz. Yaş ortalaması çok fazla, çoğunun yaşları 80 in üzerinde çok güzel dans ediyorlar. Bu etkinliğin nedenini anlamasakta kalabalığı seyretmekten çok zevk alıyoruz.  Meydan da geç saatlere kadar sıkılmadan zaman geçirdikten sonra Hostelimize geri dönüyoruz.
Odamızın sabah kalabalığından eser yok, sadece 1 kişi kalmış bizim odada. Yanımızda getirdiğimiz Türk kahvesinden birer fincan içtikten sonra yataklarımıza yatıyoruz. Odanın ışıksız olması Ata Erk'in pek hoşuna gitmemiş olacak ki, gecenin bir yarısı ağlamaya başlıyor, ben de Ata Erk'i alıp diğer oda arkadaşımızı rahatsız etmemek adına resepsiyonda ki kanepede sabahlamayı seçiyorum. Sabah bir ara Ayfer ile görev değişimi yaptığımız için ikimizde hatta üçümüzde rahat uyuyamıyoruz.


6.GÜN : OAXACA



Sabah kahvaltımız sonrası, Monte Alban'a gitmek üzere dışarı çıkıyoruz. Monte Alban, Zopotec'lerin başkenti. Buraya gitmenin en ucuz yolu, Hotel Rivera'ya gidip oradan otobüs biletinizi temin etmek. Zaten otobüste hemen otelin birkaç arka sokağındaki bir yazıhaneden kalkıyor. Buradan başka turlar da satın alabilirsiniz ama biz kendimiz gezmeyi tercih ettiğimizden tur satın almıyoruz. Sabahın erken saatlerinde başlıyor Monte Alban seferleri. Her saat başı karşılıklı otobüsler kalkıyor.

Monte Alban
Tarihi kent Oaxaca'yı kuşatan 3 tepeden birinin üzerine kurulmuş. Yollar dar ve otobüsler de epey eski olduğu için, 10 km yol 45 dakika sürüyor.
Buranın girişi de yine aynı 70 pezo. Hemen girişte müzesi var. Tarihi kentse epey küçük, zaten çok fazla zamanımızda yok. 2 saatte kenti gezip, aynı otobüs ile şehre geri dönüyoruz.
Karnımızı dünkü Mercado 20 de Noviembre'ye giderek doyuruyoruz. Burayı sevdik hem fiyatları iyi, hem yiyecekleri.
Karnımızı doyurduktan sonra Oaxaca'nın en ünlü içkilerinin yapıldığı fabrikaları görmek üzere yola çıkıyoruz. Oaxaca merkezini yürüyerek gezebilirsiniz fakat burası Oaxaca'nın 50 km dışında ki bir kasaba. Buraya da gitmek için 4 km yürümemiz gerekiyor. Ado otobüs terminalini ve ondan sonra gelen beysbol sahasını geçiyorsunuz ve Ana yola ulaşıyorsunuz. Buradan dolmuş taksiler geçiyor. Biz ilk
Matatlan dolmuşunu bekliyoruz. Yarım saati aşkın bir süre gelmeyince ya da biz geçtiğini görmeyince, Mitla dolmuşuna atlıyoruz. O kadar çok dolmuş taksi geçiyor ki, siz nereye gittiğini anlayamadan bir başkası geliyor. Bu dolmuş taksiler Merkeze biraz daha uzak mesafede ki köyler veya kasabalar için kullanılıyor. Matatlan veya Mitla görmeyi merak ettiğimiz Tekila veya Mezcal fabrikalarının olduğu kasabalar.
Yolda ekili kaktüs tarlaları görüyoruz bol bol. Birçok tekila fabrikası yazılı işletmeler var ama sanırım çoğu turistlik olarak yapılmış ve çoğu kapalı. Kasabaya 1 km kadar mesafe kalmıştı ki, şoför bizi bir işletmenin önünde indiriyor(El Mitleno), ve işaretle yan yana diğer işletmeleri de gezebileceğimizi anlatıyor ve ayrılıyor.
Dışarıda üretimin her sefasını görebiliyorsunuz. Burada ki işletmeler küçük yerel yerler. Tekila'dan çok Mezcal üretiliyor bu işletmelerde, zaten Oaxaca'da Mezcal'iyle ünlü bir şehir.
Agave bitkisinden üretiliyor Mezcal, Agave aslında kaktüs değil bir zambak türü. Bitki olgunlaştığında kesilip getiriliyor. Sonra yaprakları biçiliyor. Kocaman top haline gelen bu bitki, tandır tarzı fırınlarla 6-7 gün pişiriliyor. Fırından çıkan bitki taş değirmenlerde parçalanıp suyu sıkılıyor. Çıkan suyu büyük kuyulara mayalanmaya bırakıyorlar. Birkaç gün sonra mayalanma bitince 1 kere distile ediyorlar ve içkimiz hazır oluyor.


Tekila - Mezcal Farkları : 

-Tekila'nın alkol oranı %40 iken Mezcal %70i bulabiliyor.
-Kurtlu, akrepli hatta yılanlı olarak satılanlar Tekila değil Mezcal.
-Tekila sadece Mavi ageva bitkisinden üretilirken Mezcal Her türlü agevadan yapılabiliyor.
-Tekila Meksika'da bizim bildiğimiz gibi limon tuz ile değil shot olarak içiliyor, Mezcal ise tam tersi yavaş yavaş, hatta ağızda bekletilerek, bazense tadını tam alabilmek için, aralarda birayla ağız temizlenerek içiliyor.
- Tekila daha çok Jalisco şehri çevresinde üretilirken, Mezcal Oaxaca çevresinde üretiliyor.
-Mezcal 1 defa, Tekila 2 defa damıtılıyor.


Üretimine tanık olduktan sonra işletmenin ürünlerini de sattığı bölüme geçiyoruz. Burada bize birçok içki tattırıyorlar. Hatta Ata Erk için alkolsüz şurupları bile var. O kadar çok içki tadıyorum ki, resmen sarhoş oluyorum. Şişesi 100 pezodan (20tl) 3 şişe alıyoruz. Taşımak sorun olmayacak olsa daha çok almak elden değil. Ama daha 10 günümüz var ve gezilmesi gereken 8 şehir var. Durum böyle olunca kendimizi dizginliyoruz.



Burası bizi gerçekten tatmin ediyor ve hemen yanında ki diğer tesislere gitme gereği bile duymuyoruz. Yola çıkıp yine dolmuş bekliyoruz her 5 dakikada bir dolmuş geçiyor ama hepsi dolu, bizde ters yöne geçip ilk kasabaya gidip, oradan dolmuşun ilk durağından biniyoruz. 1 saatten biraz fazla bir sürede şehre geri dönüyoruz. Ücret 60 pezo



Hostelden sabah çıkışımızı yapmıştık ama çantaları almak için dönüyoruz. Burada çalışanlar dil öğrenmek için gelen üniversite öğrencileri, hepsi İngilizce biliyor ve biri dışında hepsi çok yardımsever çocuklardı, birlikte yanımızda getirdiğimiz Türk kahvesinden ikram edip, taksiye atlayıp Ado terminalinin yolunu tutuyoruz.



7.GÜN : SAN CRISTOBAL



Aksam 19:00 da bindiğimiz otobüs, 12 saatlik yolculuktan sonra sabah 7'de ulaşıyor San Cristobel'e, Otogarda Wc ihtiyacımızı gideriyoruz. Meksika'da wc’ler de turnike sistemi var, 5 metal pezoyu atıp kullanıyorsunuz ve genelde çok temizler. 

Hostelimizin Terasında
Sonra internette biraz takılıyoruz, kahvaltımızı da yapıp, taksiye atlayıp, Arkadaşımız Yasemin'in ikinci tavsiyesi olan Hostel Posada Qhia'ya yerleşiyoruz. Bu tavsiyeler işimize geliyor. Sabah yer aramak zorunda kalmıyoruz hazıra konuyoruz. Ata Erk Oaxaca'da hostelde karanlıkta uyumadığı için bu kez özel odada kalmayı tercih ediyoruz. Hostel odamızın bize maliyeti 350 pezo, odamız fiyatını fazlasıyla hak ediyor.
Hostele yerleşir yerleşmez, Bugün Kanyon turu istediğimizi söylüyoruz. Rezervasyonun bir gün önceden yapıldığı söylense de baştan, paranın yüzü sıcak geliyor ve 1 saat sonra hostelin kapısından bizi alıyor tur şirketi. Tur için bizden istenen ücret kişi başı 300 pezo. Minibüs ilk bizi aldığı için tüm şehri geziyoruz diğer müşterileri almak için. 
1 saat kadar sonra Kanyon turu yapacağımız bölgeye geliyoruz. İlk can yeleklerimiz veriliyor, Ata Erk için bile yelekleri var bu hoşumuza gidiyor. Sonra da sürat
teknelerine biniyoruz. Binmeden wc nin turnikelerine sıkışma hikâyemi de anlatmadan geçmeyeyim. Paramı atıyorum turnike açılmıyor, bende kalan son param ile ailecek geçmeye karar veriyorum, 3 kişi turnikeden tek seferde tam geçecekken sırt çantam sıkışıyor, turnike geriye de dönmediğinden arada kalıyoruz. Başkalarının sırtımda ki çantayı söküp almasıyla, başarıyı sağlıyoruz. Beleşci Türkler, damgası yemekten ve Çok göze batmaktan son anda kurtuluyoruz.
Tekneler genelde 15 -30 kişi aralığında irili ufaklı. Bizim sürat teknemiz 30 kişilik olmasına rağmen 350 beygirlik motoru sayesinde resmen su üstünde uçuyor. İlk rehber bazı açıklamalar yapıyor, ama biz tabi ki anlamıyoruz, maalesef turda ki rehberde İngilizce bilmiyor.
Sonra bot turumuz başlıyor, Kanyon 12 saatlik otobüs yolculuğumuz sonrası gözlerimizin sonuna kadar açılmasını sağlıyor. Yemyeşil doğa  ve çeşitli hayvanlarıyla, Meksika'nın bambaşka bir yüzünü görmek açısından ilgi çekici bir yer.
Timsah, Maymun, Balık Kartalları ve Akbabalar görüyoruz bu tüm Turdakilerin resmini çekmek için birbiriyle yarıştığı hayvanlar. Oysa birçok kuş türünü de barındırıyor ama diğer kuşlar o kadar favoriteye sahip değiller. 
Değişik kaya oluşumları görüyorsunuz, Bazense yukarıdan akan sular ya da yukarıda kayalara yapılmış bir şapel..
Nehir gezimiz 1 saatin sonunda bir barajda son buluyor, burada tekneye yiyecek içecek satan başka bir tekne yanaşıyor, yiyecek almıştık yanımıza ama buz gibi biraya hayır demiyoruz.
İçeceklerde içildikten sonra tam gaz başladığımız noktaya geri dönüyoruz.
Tur aracı bizi alıp hemen yakında ki Chiapa de Corzo kasabasında bırakıyor. Burada bir festival var ve çok kalabalık, meydanda birçok yiyecek satıcıları var biz bu 1 saatlik molayı karnımızı doyurarak geçiriyoruz. Kasaba sonrası 1 saatlik yolculuktan sonra San Cristobel Şehir merkezine bırakılıyoruz.
San Cristobal Küçük bir kasaba gibi, Şehrin Tam ortasından bir yol geçirmişler bu yol trafiğe kapalı, yolun sonuna tepeye de bir kilise koymuşlar, Yaya gezebiliyorsunuz ve birkaç saatte tüm gezilmesi gereken yerleri bitiriyorsunuz. 
Burası genelde gezginlerin, uzun süre konaklayıp dinlendiği veya kendini eğlenceye adadığı bir şehir. Uzun süresi olanlar burada sıkılmadan 3-4 gün hatta 1 hafta rahatlıkla kalabilirler, Sokaklarda hippi tarzında birçok gezgin var. Kimisinin ev kiralayıp aylarca kaldığını duyuyoruz. 
Biz yolu yürüyüp yukarı tepeye kiliseye ulaştığımızda görüyoruz ki bir eğlence var. Sanırım polis haftası veya polis'in kuruluşunun yıldönümü vs bir etkinlik düzenlenmiş, bizde eğlenceye dâhil oluyoruz. Sonrasında Kiliseyi de gezdikten sonra gün batmaya başlıyor ve aynı yolu tekrar geri yürüyoruz. Hava kararmaya başladığı için giderken boş olan restaurant ve barlar yavaş yavaş dolmaya, sokak müzisyenleri sanatları icra etmeye çoktan başlamış. Sokak boyu dizilmiş yanyana dükkânları da taaf ederek ilerliyoruz. Ado'nun bilet satan bir ofisine rastlayınca hemen Palanque - Merida - Chichen Itza - Tulum biletlerimizi alıyoruz. Aslında bilet bulmakta hiç zorlanmadık ama hem tek firma oluşu hem de bindiğimiz tüm otobüslerin tıklım tıklım dolu oluşu beni hep önceden bilet almaya itiyor. Birde planda
Tepedeki Kilise
aksaklık olursa telafisi yoktu ve zamanımız çok kısıtlıydı.
Gece geç saatlere kadar San Cristobel'in tadını çıkarıp ertesi gün Palanque'ye geçmeye karar veriyoruz. Aslında planımız 1 gün daha bu şehirde kalıp gece otobüsüyle ayrılmaktı ama son anda fikir değiştirip ertesi sabah minibüsler ile Palanque ye geçmeye karar veriyoruz.


8. GÜN : PALANQUE:



Sabah hostelimizin sade kahvaltısını yapıyoruz ( 2dilim kızarmış ekmek, reçel, çay ) üstüne kendi çantamızdan takviye yapıyoruz mu diyeyim, Yoksa Çantamızdan kahvaltı yaptık altlık olarak hostelden 2 dilim reçelli ekmek mi aldık diyeyim bilemiyorum. 

İyi ki, Kahvaltısı gibi personeli de zayıf değil hostelimizin, gerçekten her sorumuza cevap veren bir kişiye teslim etmişler mekânı. İngilizce de bilen birini yakalamışken bırakmıyoruz.
Kahvaltı sonrası taksiye atlayıp, Ado terminale gidiyoruz. 50 pezo ücretiyle karşılaşıyoruz artık kısa mesafelerde, şehirler değişse de taksi ücreti değişmiyor. Dünyanın herhalde en dürüst taksicileri Meksika dadır. Duyduğumuz onca kötü taksi hikâyelerine rağmen bindiğimiz tüm taksilerden memnun kalıyoruz.
Taksici bizi Terminalin hemen karşısında ki Minibüs durağına bırakıyor. Bu kez Ado'yla gitmiyoruz. Çünkü Ado otobüsleri “Zapatista” lar nedeniyle 2 şehir arasındaki yolu kullanmayıp, Daha uzun bir yolu tercih ediyor. Daha önce bu 2 şehir arasında yolda birçok olay yaşanmış. Silahlı bu gruplar tarafından otobüsler soyulmuş veya turistlerden yüksek paralar alınmış veya protestolar yüzünden yollar kapatılıp, araçların geçmesine izin verilmemiş. Birkaç yıl öncesinde bile Türk gezginler bu tür olaylarla karşılaşmışlar.
Biz hostelden güvenlik sorunun artık ortadan kalktığını duyunca daha kısa olduğu söylenen bu yolu kullanmaya karar veriyoruz.
Minibüsler dolunca hareket ediyor, yarım saatten fazla bekliyoruz. bu bekleme esnasında, birçok seyyar satıcının müşteri listesine girdiğimizden çeşit çeşit ürünler ve satıcılar görüyoruz.
Saat 9 'da kalkan minibüs dar ve virajlı yollarda ilerliyor. Çok güzel, yemyeşil köylerden geçiyor. Giderek yükseldiği için zaman zaman sis bulutların içinden geçiyor. Bir yağmur başlıyor bir güneş açıyor Ama tüm bu güzelliklere rağmen, aklımda hep zapatista'lar var, korkuyorum ama Ayfer'e de belli etmemeye çalışıyorum. 
Zapatistalar, ulusal kurtuluş örgütü olarak adlandırıyorlar kendilerini ve Meksika'nın en yoksul Eyaleti olan Chiapas ta yaşıyorlar, San Cristobal ve yolculuğumuzun geçtiği bu yerler onların bölgesi. İsim babaları Meksika Devrimi'nin (1910-1920) lideri olan Emiliano Zapata, 1994 te Subcomandante Marcos önderliğinde kuruluyor. Hükümet ile barış yapılsa da Zapatistaların istekleri karşılanmadığı için, Marcos 2014 yılında ölmesine rağmen eylemlerine hala devam ediyorlar.
Korkum boşa çıkmıyor bir süre sonra yolumuzun, taşlı sopalı bir gurup tarafından kesildiğini ve birçok aracın durdurulduğunu görüyoruz. Araçlar sorguya çekilirken bizim şoför durmayıp en öne ilerliyor. Camı açıp onlardan biriyle konuşup bir miktar para veriyor, Ayfer’e o tarafa bakmaması için uyarıyorum, Turistlerden ekstra para aldıklarını okumuştum. Neyse ki içeriye hiç bakmıyorlar ve biz yolumuza devam ediyoruz.
Minibüs, San Sristobal - Ocasingo yolunu 3 saatte tamamlıyor.(100km) Ve Ocasingo'ya varınca sizi oradaki başka bir minibüs'e teslim ediyor. Burada 10- 15 dakika zaman içinde hemen meyve ve poğaça olduğunu düşünerek aldığım sonradan ekmek olduğunu sandığım yiyecekleri alıp yola çıkıyoruz. Bu yolculuğumuz ilkine nazaran biraz daha düzgün yollarda olduğundan daha iyi geçiyor ama toplamda bu 2 yolculuk 6 saatimize mal oluyor. 8 saatlik otobüs Yolculuğu’ndan sadece 2 saat kısa ama fiyat olarak yarısından daha az fiyat ödüyoruz. 
Palanque şehir merkezinde yapılacak herhangi bir şey olmadığından, Biz taksiye atlayıp antik kente doğru gidiyoruz. Aslında bu yolu dolmuş ile de gidebilirsiniz ama biz o an dolmuş olduğunu unutuveriyoruz. Taksiye atlamış bulunuyoruz.
Orman İçindeki Otelimiz
Taksiden bizi 5km ileride ki, hemen antik kent girişinde bulunan otellerin olduğu bölgeye götürmesini istiyoruz.
Bu kez Yasemin'in Jungle Palace tavsiyesine uyamıyoruz. Özel odaları malesef yok. Sansımızın hemen karşısında ki, ''Margarita and Ed's'' de deniyoruz ve başarılı oluyoruz. Fiyat 380 pezo, tek eksi notu wi-fi hizmeti vermemesi. 
Bu bölgede ki oteller ormanın tam göbeğinde ve antik şehrin hemen yanı başında. Oteller küçük işletmeler en büyüğü 20-30 odalı yerler. 
Otele sırt çantalarımızı bırakıp çevreyi keşfe çıkıyoruz. Orman içinde patika yollar ile işletmeler birbirine bağlanmış. İşletmeden kastım 10 kadar otel ve 2- 3 restauran & bar. Muhteşem bir doğa var tropikal bir iklim hâkim, bitki örtüsü de tabi ki iklim dolayısıyla yemyeşil. 
Bir süre dolaşıyoruz ve akşam olunca,
Don Mucho's
Don Mucho's Restaurant'a gidiyoruz. Burada başka mekân aramaya gerek yok. Bu bölgenin en büyüğü ve en güzel olanı, hem menusu çok geniş hem de her gün başka başka gruplar sahne alıp canlı müzik yapıyorlar. Bir de hotelimiz de internet olmadığından burada uzun uzun oturuyoruz. Yalnız wifi şifresini vermek yerine kendileri giriyorlar. Günlük her cihaz başına 5 pezo ücret alıyorlar. Şifreyi de her gün değiştiriyorlar.


Canlı müzik eşliğinde, yemyeşil doğanın göbeğinde yemek yerken biz, oğlumuzda kendine yeni oyun arkadaşları ediniyor. Gecenin nasıl geçtiğini anlayamıyoruz.



9. GÜN : PALANQUE



Sabah erkenden kalkıyorum bir doğa yürüyüşü yapıyorum, çevreyi kolaşan edip dönüyorum. Bizimkiler döndüğümde yeni uyanmış.

Akşam ki Don Mucho's Restaurantına gidiyoruz, otelimizde İnternet olmadığı gibi kahvaltı da yok. Kahvaltılarımızı yapıp hemen Antik Şehre doğru yola çıkıyoruz. Aslında antik şehrin içine kadar dolmuş ile gidebiliyorsunuz. Palanque şehir merkezinden kalkan dolmuşlar, bizim kaldığımız bölgedeki otellerin önünden geçip, antik şehre giriyor, böylelikle 3-4 km yol yürümekten kurtuluyorsunuz. Fakat biz tüm günümüzü antik şehre ve ormana ayırdığımızdan, dolmuş yerine yürümeyi tercih ediyoruz. Girişte küçük bir ücret
Antik Şehre Yürürken
ödeyip içeri giriyoruz. Antik kent için 3-4 km daha yürümeliymişiz. Yol kenarına yaya yolu yapmışlar bizden başka yürüyerek giden olmadığından, güle oynaya yol alıyoruz. İçeride de oteller, restaurantlar var fakat bizim bölgedekiler daha güzel. 2 km kadar yürüdükten sonra müzenin olduğu bölgeye ulaşıyoruz. Müze ücretsiz ama içinde çok fazla eser barındırmıyor. Müze sonrasın da biraz daha yürüdükten sonra ormana bir giriş görüyoruz ''Sendero Motiepâ'' yazıyor hemen dalıyoruz patikaya. Bu

patika üzerinde şelaleler var kuşları ve bazı hayvanları gözetlemek için yerler yapmışlar. Yolumuzu biraz uzatıyoruz ama kesinlikle ana yoldan çok daha eğlenceli ve çok daha güzel. Yarım saat sonra antik şehrin kapısına ulaşıyoruz. Burada tezgâhlarda ürünlerini satan satıcılar var. Ata Erk Hindistan cevizi suyunu yudumlarken bizde biraz meyve atıştırıyoruz. Sonra biletlerimizi alıp şehre dalıyoruz.
Hemen kapıda hediyelik eşya satanlar çevremize üşüşüyor. Ayfer tabi ki sıkı bir pazarlıkla komik 3-5 TL gibi ücretlere birçok kolye benzeri takılar alıp yolumuza devam ediyoruz.
Plenque antik kenti yemyeşil bir bir bitki örtüsüyle tropikal ormanın tam kalbinde yer alıyor, Ormana öyle güzel gizlenmiş ki, Mayaların bu essiz kenti 2005 yılında ancak gün yüzüne çıkarılabilmiş, hala %65 inin ormanlarda gizlendiği ancak %35 inin görülebildiği düşünülüyor. 
Burada ki yapılar restarasyon görmemesine karşın çok deforme olmamışlar. Kenti dolaşırken aynı zamanda orman turu yapmış oluyorsunuz. Kentin bir ucundan girip diğer ucundan
çıkıyorsunuz ve hiç bir kısmı atlamamış oluyorsunuz. Biz tüm günümüzü buraya ayırdığımız için, bir süre çimlerde yatıp kentin tadını çıkarıyoruz. Çevre de birkaç yatan turist kızla, Ata Erk biraz çimler üzerinde oyunlar oynadıktan sonra, saatin de epey ilerlemesiyle çıkışa doğru ilerliyoruz. Çıkış yolu patika ve iniş aşağı, burada küçük şelalelerden ve köprülerden geçerek yolu daha görsel hale getirmişler, yağmurunda çilemeye başlamasıyla hızımızı artırıp, çıkışa
varıyoruz. Kentin çıkışında yağmur iyiye şiddetini artırınca yoldan geçen dolmuşlarla dönüyoruz bu kez otelimizin olduğu bölgeye, kişi başı 10 pezo veriyoruz 2km lik yola.
Akşam Yemeği için yine Don Mucho's tayız. İnternet için her seferinde ve her cihaz için para ödemek saçma gelse de, akşam eğlenceleri harika oluyor. Bugün yine başka bir grup var sahnede. Bizi yine kendine bağlamayı başarıyor bu mekân.
Otelden çıkışımızı sabah yapmıştık, sırt çantalarımızı da resepsiyondan getirip saat 8'e kadar burada zaman geçiriyoruz. Sonra buradan bir taksiye atlayıp Merida'ya gitmek üzere otobüs terminaline gidiyoruz.


10.GÜN : MERİDA



Palenque'den 8 Saatlik Otobüs yolculu sonrası ulaşıyoruz Merida'ya. Ado otobüsleri tam zamanında kalkıp tam zamanında ulaşıyor. Keşke biraz gecikseydik demeden edemiyoruz, saat sabahın 5'i çünkü. Otogarda klasik ritüellerimizi yapıp karın doyurma wc, internet ihtiyacımızı karşılayıp çevreyi keşfe çıkıyorum. Ertesi gün sabah çok erken saatlerde Merida'dan ayrılmayı düşündüğümüzden, Otogar çevresinde kalmanın daha akıllıca olabileceğini düşünüyoruz.

Birkaç otel görüyorum, Açık olduğunu düşündüğüm hemen köşede ki ''Hotel El Espanol'' e dalıyorum. Sabahın köründe uyanık bir resepsiyonistleri olması ve bizi bu saatte kabul etmeleri hoşuma gidiyor fiyat birazcık pahalı olsa da, 600 pezoya kıyıyorum hemen tutuyorum. Klasik şehir oteli, niyetimiz duş alıp biraz dinlenip sokaklara sonra adım atmak,.
Dileğimiz gerçekleşiyor ailecek birkaç saatliğine de olsa uyumuşuz. Kalkıp, uberden çağırdığımız taksiye atlayıp zocola meydanına gidiyoruz.
Meydan birçok güvercin olunca Ata Erk'in onları 1 saate yakın kovalamasını izliyoruz. Sonra da sokaklara dalıyoruz. 
Döviz bozdurmamız gerekiyor, pezomuz epey kısıtlı. Bir bankaya giriyoruz döviz bozmuyorlar, başka bir banka Euro bozmuyor sadece dolar bozuyormuş döviz bürosu zaten yok. HSBC bile bozmayınca artık iyice kızıyoruz. Bir banka neden döviz bozmaz anlayamıyoruz. Sonra Banco AZTECA subesi buluyoruz daha önce başka şehirlerde para bozdurduğumuz, en yüksek kur onlardaydı ama artık kurun hesabında değiliz, nihayet onlar bozuyorlar. Bu bankalar teknoloji mağazaların içinde bulunuyorlar. Teknosa’nın içinde bir banka hayal edin, Buzdolapların arasından geçip, motosikletlerden döndünüz mü tam karşınızda, kur yüksek ama işleminiz 20 dakika sürüyor, bir vesikalık foto istemedikleri kalıyor, paranızı alıyorsunuz size bir de hesap açıp, bankamatik çıkarıyorlar.
Pezolarımız cebimize indirir indirmez meydanda ki Müzeleri gezmeye başlıyoruz. Sonra meydanda ki kiliseyi de ziyaret ettikten sonra koloninel binaların arasından el işi ürünlerin yapıldığı pazara doğru ilerliyoruz. Merida el işi hamak yapımıyla ünlü bir şehir Bundan sonra ki gezimiz Yucatan bölgesinin başkenti. Hamaklar daha önce kaktüslerden liflere ayrılıp ip haline getirilerek yapılırmış ama artık, plastik iplerden örülüyor. Balıkçıların ağ ördüğü gibi burada da hamak örüyorlar. Amacımız sadece gidip görmek, ama gittiğimiz pazarda sadece 2-3 hamak yapan kişiye rastlıyoruz, Gerçekten el emeği göz nuru, 250 pezo fiyat çekiyorlar alıcı olmadığımızdan pazarlığa girmiyoruz. Pazarın da çok kalabalık ve bunaltıcı olması, kötü koku ve pislik bizi burada zamanımızı kısa tutmaya itiyor ve zocola meydanına geri dönüyoruz.
Şehir yürüyerek gezilebiliyor ama eğer bizim gibi Oaxaca,
Mexico City, San Cristobal gibi Koloni dönemine ait başka şehirler gördüyseniz burayı pas geçebilirsiniz. Diğer şehirlerden hiçbir artısı olmadığı gibi birçok eksisi var. Biz sabah direk otogardan Chichen itza'ya geçmediğimize çok pişman oluyoruz.
Meksika dondurması deniyoruz bu kez onu da beğenmiyoruz bizde gezimize kilise ve müzeleri dahil edip akşamı ediyoruz.
Uber ile otelimize geri dönemiyoruz, çünkü sokaklarda ki internet satabil değil sonra sokaktan rastgele bindiğimiz taksiyle de uberin çok fazla fiyat farkı olmadığını anlıyoruz.


11. GÜN : CHICHEN ITZA - TULUM



Sabah 8:15 otobüsüyle 2 saatlik bir sürede ulaşıyorsunuz. Ama en iyisi 6:30 otobüsüyle etraf kalabalıklaşmadan ulaşmakmış ama yok ben uyku düşkünüyüm derseniz 3. ve son otobüs 9:15 te.

Büyük rahat ve WC si olan otobüslere alışmıştık bu kez küçük otobüs ile yolculuk yapıyoruz. İshal olduğumdan wc si olmayınca panik etmiyor değilim ama sansıma bir kaza yaşamıyorum.
Otobüs tarihi kentin hemen önünde indiriyor yolcularını, Tarihi kent gezisi sonrası burada konaklamayıp buradan Tulum'a geçeceğimizden sırt çantalarımızı emanete bırakıyoruz. Wc lerin hemen arkasında ''Casilleros'' olarak adlandırılan emanet hiçte ucuz değil 200 pezoyu mecburen veriyoruz koca sırt çantalarıyla akşamı etme şansımız yok. 
Tarihi kentin önü turist kaynıyor bilet almak için girdiğimiz sıranın bize gelmesi yarım saati geçiyor. Çoğu Cancun çevresinden buraya gün birlik gelmiş Amerika ve Kanada vatandaşları ama her milletten insan var. Meksika'nın hiçbir yerinde bu kadar kalabalık turist kafilesiyle karşılaşmamıştık. Amerikalılar bu bölgeyi sık ziyaret ettiğinden artık Yucatan bölgesinde İngilizce bilenen bir dil haline geliyor.
Kente giriş kişi başı 242 pezo( yaklaşık 50tl ), bu Meksika'da karşılaştığımız en pahalı giriş ücreti. 
Bu Maya kentine girer girmez Kukulkan piramidini karşımızda buluyoruz. Bu piramit dünyanın yeni, 7 harikasından biri seçilmiş. Çevresi resim çekilme yarışına girmiş Turist kafileleriyle dolu, ilk resim çekiliniyor sonra karşısına geçip topluca, alkış tutuluyor. Bu hareket piramidin ne kadar akustik olduğunu göstermek adına yapılıyor. Ses
piramitten geri dönerken ilginç sesler ortaya çıkıyor ve rehberler bu hareket için birbirleriyle yarışıyor.
Piramit epey restore görmüş hatta bir yüzü restore edildiğinden sanki biraz diğer yüzlerinden farklı sırıtır olmuş.
Piramit çevresindeki kalıntıları da gezerken hediyelik eşyacıları pas geçmek olanaksız, yüzlerce tezgah ve satıcı var. Hatta şehrin bir ucundaki Cenote'ye yürüyüş yolu yapmışlar burası yaklaşık 1km uzunluğunda ve sağlı sollu hiç boşluk bırakmaksızın hediyelikçi tezgâhları mevcut.
Bizde hem hediyelik bakıyoruz hem de merakımızı gidermek adına cenote'ye doğru yol alıyoruz. Hediyelikler rengârenk, Ahşap maya maskeleri, rengarenk boyanmış kafatası heykeller, maya takvimleri, magnetler daha neler neler.
Sonunda Cenote'ye varıyoruz. Cenote, Kireçtaşının zamanla göçüp yüzeyden metrelerce aşağıda kocaman bir kuyu oluşturması, Bu kuyu zamanla suyla doluyor ve insanların hem yüzmek bazense tüplü dalmak için kullandığı kocaman havuzlara dönüşüyor. Bu bölgede birçok örneği mevcut biz de
hemen heyecanlanıp görmeye gidiyoruz ama bu tarihi kent içinde ki bakımsız ve yüzmek için değil sadece görmek için.
Chichen itza’nın da içinde, diğer Maya kentlerinde olduğu gibi ‘’Pok a Pok’’ oyun sahası bulunmakta, Bu oyun saf kauçuktan yapılmış bir top ile 2 takım halinde oynanıyor. Günümüz basketbol müsabakasına benzese de hem pota duruş şekliyle hem de topun el ve ayakla oynanması yasaklanırken, kalça, dirsek ve omuzla oynanabiliniyor. Bu bir spor müsabakasından çok dini tören şekli, müsabaka sonunda kimilerine göre yenen, kimilerine göre ise yenilen takım kaptanı kurban ediliyor. Burada ki saha diğer bulunan 500ü aşkın sahanın en büyüğü.
Sahayı da dolaştıktan sonra kentin dışına çıkıyoruz. Amacımız 2-3 km ilerde ki ünlü Cenote İk-Kil'e gitmek hemen dışarda ki taksicilere fiyat soruyoruz. 200 pezo isteyince dolmuşun nereden kalktığını soruyoruz ilk dolmuşu tarif ediyorlar sonra müşteriyi kaçırmamak adına 70 pezoya götürmeyi kabul ediyorlar.
Cenote girişinde maya yerel kıyafetleri içinde bir gurup karşılıyor, ellerinde çalgılarıyla, küçük bir bahşiş karşılığında resim çekiliyoruz. Ata Erk ağaç dibinde uyurken biz de anı ölümsüzleştiriyoruz. Biz küçük bir yer beklerken burası koskoca bir işletme olarak karşımıza çıkıyor. 2 restaurantı var, birisi Snack menü çalışırken diğeri, Açık büfe. Açık büfe 180 pezoydu sanırım aslında tıka pasa doymak adına çok mantıksız değilmiş, biz snack menü seçiyoruz. Fiyatlar oldukça makul, Mekânın ve Cenotenin ayrıcalığı göz önünde bulundurulunca. 
Karın doyunca Cenote zamanı diyoruz. İlk kalabalığı izliyoruz yukarıdan. Sonra soyunup bizde varız diyoruz. Kapıda görevli duş almadan Cenote'ye almıyor yüzeceksen eğer. Kilitli dolapları var ama biz sırayı görünce vazgeçiyoruz. Dolap almak ve anahtarı teslim etmek için 2 kez sıra beklemelisiniz ve sıra da en az 100 kişi var.
Cenote gerçekten çok kalabalık ama biz seviyoruz. Hava çok sıcak olmasa da serinliyoruz.
Burada 2 saati aşkın zaman harcadıktan sonra ana yola çıkıyoruz. Bu Yol Cancun, Tulum tarafına gidiyor. Ama biz sırt çantalarımızı almak için Chichen İtza'ya geri dönmeliyiz. 
Yolda 5 dk bile yürüyemeden dolmuş taksi geliyor atlıyor şehre geri dönüyoruz. Kişi başı 20 pezo. 
Çantalarımızı alıp, Otobüs bekliyoruz, Tulum'a sabah 8:85'de kalkanı saymasak, sadece tek Ado otobüsü var 16:30, Burada bilet satış yeri var ama işi sansa bırakmamak daha önceden almak lazım. 
Otobüs park yerinden kalkıyor burada otogar vs yok. Küçük otobüs ile gelmiştik ama Tulum otobüsü büyük. Tulum'a varış 2,5 saat sürüyor yol gayet düzgün. Bu bölgede araç kiralayıp gezmeyi düşünmüştük, yollar ve trafik buna çok uygun fakat arabayı Merida'dan kiralayıp Cancun'da teslim edecek olmamız fiyatı çok arttırdığı için bundan vazgeçtik. Rahatlıkla kiralık arabayla gezilebilinir.
Yine Otobüslerde


Akşamüzeri ulaşıyoruz Tulum'a, otogar karşısında bir hostelden fiyat alıyoruz. Daha önce kaldığımız tüm yerlerden daha pahalı bu ortak oda fiyatı. Sonra biraz daha ilerliyoruz. Yine otogar çevresinde başka bir otel buluyoruz. Fiyat 500 pezo, odaları da çok güzel olunca, aklımıza farklı düşünceler gelse de Pempe rengine takmıyoruz. 
Tulum merkez bir ana caddeden ibaret, sıra sıra turistlik mekânlar var. Çok sayıda bar restaurantlar akşamları, neredeyse ağzına kadar turist dolu. San Cristobal ve Palanque de görmeye alıştığımız Hippiler burada denize gelmiş anlaşılan. Bu adamların uğradığı şehirler kesinlikle es geçilmeyip uğranmalı, nerelerin gezilip görüleceğini çok iyi biliyorlar. 
Tulum, Playe Del Carmen ve Cancun bölgesinin pahalılığından kaçan turistlerin,  deniz, kum, plaj üçlemesinin yanında tarih ve doğayı da katıp, yerelliği de görmek isteyenlerin tercihi.
Biz de ana caddede biraz dolaşıp bir mekânda karnımızı doyuruyoruz ve otelimizin yolunu tutuyoruz.
Otele vardığımızda Ata Erk, Tüm midesini boşaltıyor odanın her yerine, bu beni çok korkutuyor sabaha kadar doğru dürüst uyuyamıyorum. Bu kusma gece boyunca 2 kez daha tekrarlanıyor.

12. GÜN : TULUM 


Sabah uyandığımızda Ata Erk gayet iyi, Akşam ki bozulan moralimiz yerine geliyor. Gece sanırım içtiği sütte bir sıkıntı vardı. Güne dünkü kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Otelimizden ayrılıp çarşıda bir tur atıyoruz, sonra listemizde ilk sırada ki, Maya antik kentine gitmenin yollarını arıyoruz. Seçenekler bisiklet kiralamak, minibüs ve taksi, biz en kolay yolu seçiyoruz. İlk bindiğimiz taksiciye derdimizi anlatamayınca, 2.yi deniyoruz, Bu Taksici bizi anlıyor, bu bölge de artık İngilizce bilinen bir dil olsa da bazen derdimizi anlatamama sorunu yaşıyoruz.
Merkezden 4 km uzaklıkta olan tarihi kente, 70 pezoya ulaşıyoruz. Denize sıfır olan bu Maya kenti, bu özelliğiyle tek ama diğer gördüğümüz Maya şehirlerinden oldukça küçük.
Antik kent girişinde yine diğer şehirlerde gördüğümüz,Danza de los voladores,isimli gösteriyi görüyoruz. Uzun bir direğe ayağı bağlanmış baş üstü dönen kişileri görüyoruz, sonra kocaman iguanalarla resim çekilen turistlerin 300 pezo bayıldıklarına tanık oluyoruz. Avucuma cebimdeki tüm bozuklukları toplayıp, son pezom bu diyorum, altı üstü bir resim diyorum, kabul görüyor, tabi ki bizde bu resmi çekilmeden geçmiyoruz.
Devam ettiğimiz de ise yolda, bu bölgede koruma altında olduğunu öğrendiğimiz, bir Rakun familyasından olan Koati görüyoruz. Minyatür bir ayıya benzeyen bu hayvan iguana ile besleniyormuş, doğada özgür
olarak dolaşıyor bizde dakikalarca izledikten sonra yolumuza devam ediyoruz.
Bu bölgede alışageldiğimiz üzere dakikalarca bilet kuyruğunda bekliyoruz yine, sırada bekleyenler çoğunlukla Cozümel adasından cruise gemileriyle gelen günübirlik ziyaretçiler.
Biletlerimizi aldıktan sonra bu denize sıfır kenti geziyoruz. Sonra antik kentin içinde ki mini plajı ziyaret ediyoruz. Bu küçücük plajcık iğne atsan yere düşmeyecek durumda. Burada Türk bir aile ile karşılaşıyoruz, çoğu ziyaretçiler gibi onlarda gemi ile gelmişler. Sonra kentten çıkıp, yaklaşık 1km kadar ileride
ki plaja gidiyoruz. Hemen ilk işletmeye oturup karnımızı doyuruyoruz. Fiyatlar artık epey arttı. Buna alışmamız lazım. Sonra plajı keşfe çıkıyorum. Plajı harika, plaja sıfır doğayı bozmayan bungalow otel, restaurantlar yapmışlar. Betonarme bina yok. Buradaki otellerde kalmayı düşünmüş ama fiyatların çok uçuk olduğunu duyunca hemen vazgeçmiştik.
Sonra burada da bir Türk aile ile karşılaşıyoruz. Biraz muhabbetten sonra biz plajın keyfini çıkardığımız için Bir Cenote daha görmek umuduyla buradan ayrılıyoruz. Plaj çıkışı ve tarihi kent girişinde ki taksilerden Cenote’ye gitmek için fiyat aldığımızda, artık taksi ile gezmenin bizim için lüks sınıfına girdiğine kanaat getiriyoruz. Taksiciler 5 km lik yola 300 – 400 pezo istiyorlar. Geldiğimiz yoldan anayola yürüyoruz. Oradan dolmuş ile Playa Del Carmen yolunda ki bir Cenote nin önünde iniyoruz. İlk kez bir minibüsçü Ata Erk için para almaya kalkınca Ayfer çıngar çıkarıyor. Kucakta giden çocuktan para alan çıkmamıştı, neyse tepki sonuç veriyor, en azından paranın yarısını kurtarıyoruz.
İndiğimiz Cenote de çok yüksek fiyat çekince, bir sonrakine yürümeye karar veriyoruz. Burada birbirine çok yakın birçok işletme var. Sonra günün kararmaya başlamasıyla fikir değiştirip ilk dolmuşla şehre dönüyoruz.
Akşam yemeği için Tulum merkezde birçok güzel mekân var. Biz canlı müzik yapan en kalabalık olan bir tanesini seçiyoruz, Yemekler ve fiyatlar fena değil ama ailecek galiba bir sorun yaşıyoruz. 3ümüz de tabaklarına neredeyse hiç dokunmuyor, kimsenin iştahı yok. Verdiğimiz paraya mı yanalım yoksa gecenin güzelliğine katılmamamıza mı? Bilemiyoruz. Erkenden gidip yatıyoruz.

13. GÜN : PLAYA DEL CARMEN - COZUMEL

Sabah erkenden, bir gün önceden çamaşırhaneye bıraktığımız çamaşırları almaya gidiyorum, yıkanmamış olduğunu görünce panikliyorum. Tüm kıyafetlerimiz Ata Erk’in 2 gün önce ki, Midesinden çıkanlarla kirlendiğinden neredeyse temiz kıyafetimiz hiç yok. Sonra bu ülkede bir türlü açık olanına rastlayamadığım posta merkezine gidiyorum. Posta kartı atmak için bir arkadaşa sözümüz var ama bu şansımı denediğim 3. Şehir en sonunda açık olan bir postahane buluyorum. Aynı ofise dünde gitmiştim, adamlar kapıya resmen ‘’bugün git yarın gel’’ yazısı asmışlardı. En azından sözlerini tutmuşlar. 15 pezoluk pulu yapıştırıp teslim edip ayrılıyorum. Posta özelleştirilince neler olabileceğinin yakın örneğini bizzat burada yaşıyorum.
Sonra en azından görevimin birini yerine getirmenin mutluluğuyla hemen otelimizin sokağındaki mahalle bakkalından yiyecek bir şeyler alıyorum. Zaten kimsenin çok iştahı yok muz ile kahvaltıyı geçiştirmeyi seçiyorum bende.
Sonrasında otelimizden çıkışımızı yapıp, hemen 100mt ilerideki dolmuşlara atlıyoruz. Burada ki isimleri ‘Colectivo’’ olan Playa Del Carmen dolmuşları ana caddenin başından kalkıyorlar, biz dolmuşlara gelir gelmez araç hareket ediyor. Yoğun bir hat olduğundan, dolmuşlar çok sık kalkıyor. Yolculuk yaklaşık 1 saat sürüyor.
Playa Del Carmen’de ise dolmuşlar merkezde, otogara yakın bir yerde indiriyorlar yolcularını, bende bizimkileri sırt çantalarla bırakıp, otel arayışına girişiyorum. Geceden birkaç ucuz otel ismi kayıt etmiştim internetten, kapılarına gittiğimde ise fiyatın internettekinin çok çok üstünde olduğunu görünce, listeden vazgeçip kendi yöntemlerimi seçiyorum. Tulum’da ki gibi tam otogarın karşısında yine pembe bir otelde karar kılıyorum. ‘’Hotel Pasada Lıly’’ çarşı, plaj, otogar üçgenin tam ortasında her birine birkaç dakikalık uzaklığı ve 600 pezoluk fiyatıyla gönlümde taht kuruyor Ve Pembe renge de iyice alıştık artık.
Otele yerleşip, Sırt çantalarımızı geride bırakıp, Cozumel adasına gitmenin yolunu aramaya başlıyoruz.
Adaya giden 2 feribot firması var. Ya da 2 takım var mı demeliyim. Biz turuncu siyah takımı değil de, Sarı lacivert takım olan Ultramar’ı seçiyoruz ya da seçmek zorunda kalıyoruz. Diğer firmanın hiçbir yerde bilet satışını göremeyince mecburen Ultramar’ı seçiyoruz.
Seferler Playa’da saat sabah 7de başlıyor. Her saat başı karşılıklı seferler var. Playa’da son sefer gece 11 de iken Cozumel de ise 10da. Tek gidiş 163 pezo iken, gidiş dönüş alırsanız indirimli 300 pezoya alabiliyorsunuz. Ne gariptir ki bu rakip 2 firma da aynı saatte kalkıyor. Keşke birisi diğerinden 30 dakika sonra hareket etseydi.
Feribota alındıktan sonra yaklaşık 1 saat yolculuk yapıyorsunuz. Feribotta içecek servisi olduğu gibi canlı müzik yapan 4 kişilik bir grupta var. Feribot dalgalarla boğuşurken, bu grup ayakla kalabildiği gibi yolcuları da eğlendirmeyi başarıp görevini hakkıyla yerine getiriyor.
Adaya yaklaştığımızda demirlemiş birçok cruise gemisi görüyoruz. Burası bu gemiler için büyük bir liman.
Adaya iner inmez etrafınızı araç kiralamaya çalışan kişiler sarıyor. Ellerinde lüks spor araçlarından, basit scoteer motosiklete kadar geniş bir ürün yelpazesi olmasına karşın, bize fiyat olarak hitap edecek bir araçları maalesef bulunmuyor. Paraya kıyıp ancak bir motor kiralayabilirim belki ama ona da 3 kişi binmemize polisin izin vermeyeceği söyleniyor. Biz de boynu bükük adada neler yapabiliriz’in cevabını aramaya koyuluyoruz. Hemen hemen, adaya inen tüm
turistin yaptığı gibi Cozumel yazısının önünde hatıra resmi çekilip, çevreyi keşfe çıkıyorum. Gördüğüm ilk OXXO marketine dalıp(sanırım Meksika’nın Bim’i) yiyecek ve içecek alıyorum. Meksika’da tüm marketlerde Sıçak kahve makineleri var dilediğiniz kahveyi alabiliyorsunuz. Bu nimetten yararlanmadan geçmiyorum.
Kıyıdan biraz uzaklaşınca ara sokaklarda bazı yerel halka hitap eden pasajlar ve bu pasajın birinde Sinagog tabelası görüyoruz. Daha önce başka ülkelerde birkaç kez sinagog gezme girişiminde bulunmuş ama başarılı olamamıştık, bu kez bir Haham’ın peşine takılıp dalıyoruz içeri. İçeri de 4-5 genç var, bizi gezdiriyor ve bilgilendiriyorlar. İsrail’den geldiklerini hem tatil hem de dini eğitim aldıklarını öğreniyoruz. Bura da yerleşik çok az
Musevi olmasına rağmen, çoğunlukla iş ve tatil için gelenlere hizmet veriliyormuş. Küçük mütevazı bir mekân ama sosyalleşmek için yeterli, 1 saati aşkın bir süre orada gençlerle zaman geçiriyoruz ve memnun ayrılıyoruz. İyi bir misafirperverlik sergiliyorlar.
Adayı gezmek ya da en azından plajını görmek istesek de bunu yaya yapamıyoruz, küçük bir ada değil, toplu taşıma
maalesef yok ve alternatifler epey pahalı bizde yaya olarak bir süre gezip, kıyıdan gördüğümüz pelikanlara el sallayarak, adadan geldiğimiz feribotla ayrılıyoruz.
Playa Del Carmen akşamüzeri biraz daha yoğunlaşmış, kalabalığın içine karışıp sokakları arşınlamayı ihmal etmiyoruz otele giderken.
Otele Ayfer’i bırakıp baba oğul tekrar hareketli sokaklara geri dönüyoruz. Plaj girişinde ki parkta gösteriler var, onları izliyoruz. Sonra plajda koşup eğleniyoruz. Karanlık olunca Annemiz aklımıza geliyor Otele dönüp onu da alıyoruz. Maps.me uygulamasından bize en yakın Çamaşırhaneye kirlilerimizi teslim edip yiyecek restaurant bakıyoruz. Meşhur ana cadde restaurantları bizim standartların üzerinde olduğundan ara sokaklara dalıyoruz. Bizim dönercilere benzer bir mekânda 6 taco, 1 bira’nın 80 pezo olduğunu görünce atlıyoruz mekâna. Gelen birayı görünce şok oluyorum. 1Lt olanını içmiştim de, 1,2Lt olanını ilk defa görüyorum. Biz gelmeden bomboş olan mekân, sürü psikolojisi nedeniyle dolup taşınca, biramı bitiremeden ayrılıyorum.
Otelimize gidip yatmadan yarın giyeceğimiz kıyafetlerimizi almaya gidiyoruz. Bu kez ki Çamaşırcı işini yapmış. Bu şehirde bizi iyi anlamda şaşırtan tek fiyat, çamaşırhaneye ödediğimiz oluyor. Koca bir poşet dolusu çamaşır için 20 pezo ödüyoruz.

14. GÜN : PLAYA DEL CARMEN - CANCUN

Sabah otelimizin sokağında kahvaltı yapabileceğimiz güzel bir restaurant buluyoruz. Bildiğimiz tatlarla güne başlamak hoşumuza gidiyor, 2 haftada özlemişiz. Kahvaltımızı yapıp
bir süre takılıyoruz. Sonra da plaja atıyoruz kendimizi. Sabah olması nedeniyle çok az kişi var plajda. Bizde güneşlenip denizin keyfini çıkarıyoruz. 2 haftalık koşturmanın son dakikalarını da deniz kenarında geçirdikten sonra çarşıda son kez şansımızı deniyoruz. Belki hediyelik bir şeyler alabiliriz diyoruz, ama yok pahalı geliyor sonra Otelimizden sırt çantalarımızı alıp hemen karşıda ki Otogara gidiyoruz. Bu Ado otobüslerine son binişimiz. Taksi Cancun havalimanı için 700 pezo isteyince mecburen yine Ado’ya
sığındık. Ado 190 pezo’ya kesiyor biletlerimizi, 2 bilet aldığımız için taksi avantajlı değil. Biletlerden sonra hemen karşıdaki oxxo marketten yolluk yapıyoruz kendimize
Cancun-Mexico City-Amsterdam-İstanbul- Dalaman olarak tam 4 uçuş gerçekleştireceğiz ve bu uçuşlar beklemeler ile birlikte 2 güne yakın bir zaman sürecek. Havalimanlarında ki kazıklanmayı minimuma indirmenin en basit yolu maalesef bu.
Otobüs biletimizde 1. Terminale gideceği yazıyor, Uçak biletimizde ise 2. Terminalden kalkacağı. Bana gelen AeroMexico havayolunun mailinde ise 4. Terminalden kalkacağı. Neyse ki otobüsün 4. Terminalden başlayarak tüm terminali dolaşıp yolcularını öyle indirdiğini öğreniyoruz. Uçuşumuzu da internetten kontrol ettiğimizde görüyoruz ki, gelen mail doğru 4. Terminal den kalkıyor uçağımız. Terminaller arası her yarım saatte bir ücretsiz otobüs seferlerinin olduğunu öğrenince rahatlıyoruz olası bir hatada telafisi var.
Biletlerde iç hatlarda 2 saat dış hatlarda 3 saat önceden havalimanında olmamız istense de, iç hatlar için 1 saat fazlasıyla yeterli, ya da biz şanslı bir gündeyiz havalimanı bomboş sayılır.
Uçağımıza çok erken geldiğimizden 4. Terminalde ki tek kafede zaman harcayıp, cebimizde ki son pezoları eritiyoruz. Kalanını da döviz yapıp uçağımıza biniyoruz.
Cancun bizim için sadece havalimanından ibaret, Lüks oteller bölgesi ve çok pahalı olduğu için listemize alma gereği duymadık, Sadece uçaktan izleme şansı bulabildik, Harika görünüyor yukarıdan ama büyük zincir otellerinin tekelinde olduğundan bizim için malesef sadece uçak manzarası olarak kalıyor.
AeroMexico çok kaliteli, zaten ülkenin ulusal havayolu. İç hatlarda bile alkol servisleri var. Tabi ki bu hizmeti pas geçmiyoruz.
Mexico City’de 2 saatten kısa bir sürede aktarma yapmak korkutuyor bizi, ülkeye girmek zor olmuştu çıkışta da aynı olursa uçağımızı kaçırmaktan korkuyoruz. Fakat ülkeden çıkarken kimse bir şey sormadığı gibi pasaportlarımıza dahi bakan olmuyor, Çıkış damgasını kim nerde vuracak acaba derken uçağa biniveriyoruz. Ülkeye girişte doldurduğumuz formun bir nüshasını hostesler son anda görüp, söküp alıyorlar. Ve şaşkınlık içinde ülkeden ayrılıyoruz.
Dönüşte KLM kıyak yapmış kocaman uçak yollamış, Airbus A380, 850 Yolcu taşıyan uçakta neredeyse koltukların yarısı boş. Uçak kalkıştan hemen sonra yolcuların istilasına uğruyor. Arkada ki boş 3lü ve 4lü koltuklara yatmanın keyfini çıkarmak isteyen yolcu az değil. Bu kapışmadan bizde payımıza düşen koltukları kapıyoruz. 11 saatlik yolculuğu yatarak çok daha keyifli geçiyoruz.
Amsterdam Havalimanı Uzun beklemeler için gayet güzel tasarlanmış, Ata Erk için çok sayıda oyun alanları var fakat sonra ki uçuş kartımızı vermeyip bizi uçak kalkmadan, 2 saat önce kapıda vereceklerini söylemeleri, bizde bir paniğe ve korkuya sebep oluyor. Üstüne birde biniş kartsız su dahi alamamamız 9 saatlik havalimanı beklememizi kâbusa çeviriyor.
Sonuç Olarak Meksika, KLM’ye rağmen mükemmel bir gezi olarak hatıralara giriyor.














TÜM GİDERLER  : 2 HAFTA, 2,5 KİŞİ

UÇAK BİLETLERİ :    (Maximiles Puan ile alındı)
ULAŞIM         :395  €  (Çoğu şehirler arası otobüs bieti,diğerleri  taksi,minibüs, vapur ve San Cristobal kanyon turu)
KONAKLAMA      :230  (3gece otobüs, 2 gece uçakta geçti )
YEME İÇME      :195 
GİRİŞ ÜCRETLERİ: 80 

ALIŞVERİŞ      : 50 €  oğu Tekila ve Mezcal  )


TOPLAM      :950 

  


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

1 yorum:

Adsız dedi ki...

İsmim Doktor Michael Baldwin, Iowa Lutheran Hastanesi'nin bir temsilcisi, Organ cerrahisinde uzmandırız ve böbreklerin satın alınmasıyla ilgileniriz ve hastamız böbreğe bağış yapmaya karar veren herhangi bir donöre büyük miktarda para ödemeyi kabul etti. onları kurtarın ve Iowa City, ABD'de bulunuyoruz.
Böbreğinizi satmakla ilgileniyorsanız, lütfen ilerlememiz için bize geri dönmekten çekinmeyin.
Ve eğer ilgilenirseniz bizim e-postamız: iowalutheranhospital@gmail.com

Yorum Gönder