RSS

Dalyanlı Gezginler

KUZEY KIBRIS

KÜZEY KIBRIS

05.12.2014 : Pegasus'tan, tam 9 ay önce aldığımız 70 tl lik Dalaman – İstanbul, İstanbul – Ercan biletlerimizle iniyoruz Lefkoşa’ye.Bu gezimizde Özay ve Eşi Emine’de Bizimle birlikte.  Saat Sabahın 7 si olmasına rağmen, uçakta açar açmaz çalıyor telefonum, günlüğünü 60tl ye kiraladığımız Hundai i20’yi teslim etmek için sabırsızlanıyor anlaşılan Ayaz Rent A Car çalışanı. 3 Günlük bu gezimiz için sadece el bagajlarımız var. Bunun için beklemeden hemen buluşuyoruz aracımızla, Aracımız 2013 model ve gayet temiz. Ayaz da gayet profesyonel, Havalimanının otoparkında dolduruyoruz formu, altına imzayı çakıp bir nüshasını da cüzdanımıza yerleştirdik mi görev tamamdır. Trafik hakkında bilgilendiriliyoruz. Soldan akması korkutmuyor değil. Ama sadece sorun bu değil, Tüm döner ve kavşaklarda kameralı kontrol sistemi kurmuşlar ama levhalarla bilgilendirmişler, 100 – 200 mt önceden uyarı levhaları koymuşlar bu levhaları görmemek mümkün değil en az 3 tane, aralıklarla sizi uyarıyor. Genelde 65km hıza, bazense 50km hıza düşmenizi istiyor sizden, hızınızı düşürmediyseniz, otomatik kamerayla fotoğrafınızı çekip adresinize cezayı yolluyorlar, bizim gibi turistseniz bir sonraki Kıbrıs girişinizde gümrükte tahsil ediyorlar. Kiralık araçların doldurulan formları ruhsat yerine geçiyormuş fakat biz tüm Kıbrıs’ı dolaşmamıza rağmen, hiç polise denk gelmediğimizden, bu garip ruhsatımızı gösteremedik polise. Araçlar Kaskolu olmasına rağmen 500 euro’ya kadar tüm masraflar size ait, üstünü kasko karşılıyor. Kıbrıs’ta yollarda bir diğer fark ise Dönerlerde (Kıbrıs’ta dönerler, Çember Olarak Adlandırılıyor) Işıklar yerine Sağdan gelene yol ver mantığıyla düzen sağlanıyor. Bu kurala herkes uyuyor ve gayet başarılı.
Aracımızın deposu boş alınıp boş teslim edildiği için ilk benzinlikte fullüyoruz depoyu, boş deponun 130 tl ye doldurulduğu günleri ülkemizde de görmek dilekleriyle, 1 saate yakın bir sürede varıyoruz Gazimağusa’ya. Şehir merkezinde ki Kale içine girer girmez park ediyoruz aracımızı,  Park yerlerinden, ne belediyenin, ne de Otopark mafyasının Ücret talep etmemesi şaşırmıyor değiliz, bu da alışık olmadığımız bir durum. Hemen oracıkta kahvaltımızı yapıp dalıyoruz ara sokaklara, dar sokaklar gayet şirin ve sıcak. Tüm sokaklar bir şekilde Şehrin de Simgesi Mustafa Lala Paşa Camii’ne çıkıyor.
Mustafa Lala Paşa Camii
Bizde bu görkemli gotik mimariye sahip tek camiyi resimlemeden geçemiyoruz. Kiliseyi camiye döndürme işlemi gayet başarılı olsa da, Gotik Camii epey garip geliyor. İçerisini dolaşırken bayanlara başörtüsü veriliyor. İçerisi de görülmeye değer. Hemen karşısında Namık Kemal zindanı var, İçerisine girmeye gerek yok bence ama Giriş ücreti de zaten çok abartılı değil. Tüm Kıbrıs’ta Müze girişleri standart 3,5 tl. Mağusa’da tüm tarihi binalar Lala Paşa Çevresinde, yürüyerek 1 saatte hepsini gezebilirsiniz, zamanınız çoksa, ara sokaklara dalıp yarım gününüzü de geçirebilirsiniz. Aralık ayına girmemize rağmen havalar gayet iyi ve tüm turistlik dükkanlar açık. Bura da yaz epey uzun sürüyor, zaten turizm de 12 aya yayılmış durumda.
Lala paşa caminin sol tarafından sokaktan ilerlediğinizde ise surları görüyorsunuz. Surların üzerinden Hem Limanı hem de Camiyi yukarıdan görme şansınız oluyor. Yol üzerinde ki Dükkanlardan içki almak için çok acele etmeyin, bizim gibi ilk dükkanda ucuz diye balıklama atlamayın. Çok daha ucuzları karşınıza çıkacak unutmayın. Biz o kadar aceleci davranmışız ki, sadece pahalılık değil, şişenin birini gezerken kırmışım bile, Ama neyse ki poşette delik yok. Su şişelerine doldurup yolumuza devam ediyoruz. Akşam da afiyetle içiyoruz.
Gazimağusa’dan sonraki hedef Dipkarpaz. Burası adanın Türkiye’ye uzanan en uç noktası, Yolumuz biraz uzun. İstanbul aktarmalı geldiğimiz ve İstanbul’da 6 saat beklediğimiz için epey yorgun ve uykusuzuz. Kızlar bu yorgunluğa çok dayanamayıp çoktan uyudular, bense Özay’a yardımcı olmak adına uyumamak ta direniyorum ama sanırım bir ara dalmışım. Özay 1 saat kadar gittikten sonra direksiyonu bana bırakıp o da uykuya dalıyor. Bu 2. Deneyimim olacak ilk aracı havaalanından çıkarmış ilk benzinlikte Özay’a bırakmıştım. Şehir içinde kullanamamıştım. Neyse bu yollar dar olsa da sakin. Bir sorun olmuyor. Dipkarpaz’a gelince duruyorum hem Wc
Rum Kahvehanesi
için, hem de Rum Kahvehanesinde Kahve içmek için. Kızlar çay diye tutturunca sadece ben kahve söylüyorum çünkü burada çay satılmıyor. Yaşlı sahibinin sadece duvardaki resmi var ve çalışan sadece bir bayan. Benden başka da hiç müşteri yok. Sanırım yol üzeri olduğundan, geçen turistlere hitap ediyor, köyde Rum nüfusu  çok azalmış kahveye gelecek Rum kalmamış anlaşılan. Ama karşı Türk Kahvelerinde bir yoğunluk var. Kahvemi içtikte sonra karşıya Türk Kahvehanesine geçip kızların çayına eşlik edip yolumuza devam ediyoruz.

Dipkarpaz’dan sonra yolda plajlar karşımıza çıkıyor. Mevsim yüzmeye elvermediğinden sadece kumsalda yürüyerek kendimizi tatmin ediyoruz. Plajlar yakınında birkaç işletme olsa da, çok fazla yerleşim merkezi olmadığından buraların yazın da, çok sakın olduğunu düşünüyorum. Bungolow tarzı oteller de mevcut ama hepsi kapalı, yazın sona erdiğini ancak Kıbrıs’ta bu işletmelerden anlayabiliyoruz. Birkaç Turist otobüsü karşımızdan geliyor ama onlarında hedefi plajlardan çok Tarihi manastır ve kiliseler. Biz gidişte tarihi binaları pas geçip direk en uç noktaya ulaşıyoruz. Arabayla sonuna kadar gidebiliyorsunuz, yazında böylemi bilemiyorum. Manastırdan sonra yol toprak ve biraz bozuk, ama ilerlemenize engel değil. Kiralık arabayla olmasa kendi aracımla yine giderdim bu kadarını söyleyeyim. Uç noktada bir tepe üzerinde dev Türk ve Kıbrıs bayrağı yan yana asılmış, tüm Kıbrıs'ta 2 bayrak hep yan yana zaten. Atatürk heykeline de çok rastlıyoruz. Asıl bu beni şaşırtıyor. Ülkemizde bile insanları Atatürk’ten soğutma çalışmaları varken Kıbrıslıların sahip çıkması hoşumuza gidiyor. Tepenin arkasında bir bina ve önünce WC, Terk edilmiş şekilde duruyor. Burunun sonunda iki de adacık var bunlar da Zafer adaları olarak adlandırılmış.
Zafer Burnu
Bizim gibi buruna gelen bir kiralık araç daha var. Burada kiralık araçların hepsinin, plakası kırmızı olduğundan kolaylıkla anlıyorsunuz. Ayrıca Sarı, Siyah ve Beyaz Plakalar da var. Zafer burnunda çok vakit harcayacak bir şey olmadığından aynı yoldan

geri Manastıra dönüyoruz. Manastır tadilat halinde epey hırpalanmış. Çevresini güvenlik çemberine alıp kapatmışlar ama hala avlusunda ki eşekler duruyor. Sanırım onlara bir şey olmayacağını düşünmüşler, ya da insan hayatı bir adım öne çıkmış, eşek eşekliğini yapıp kendi güvensiz alana da girmiş olabilir, şimdi oradakileri zan altında bırakmayayım.  Ada eşekleri Karpaz bölgesinde, koruma altında çünkü, rahatları gayet iyi, epey de çoğalmışlar yolda birçoğu bize selam veriyor. Karpaz’ın da simgesi haline gelmişler, Manastır çevresinde ki hediyelik eşya dükkânların da birçok hediyelik eşya yapılmış eşek şeklinde. Manastır da görülecek çok bir şey kalmamış tadilat yüzünden, umarım bitince eski ihtişamına döner. Manastırdan sonra yolda başka bir Rum kilisesi için daha
duruyoruz. Bu kilise yolun içinde, yol kilise sebebiyle dışarı alınmış, deniz ile yol arasında sıkışmış, ilgimizi çekiyor. Sonra da başka mola vermiyoruz. Dipkarpaz – Girne yolu çok sakin düzgün bir yol. Deniz kenarından kıvrıla kıvrıla gidiyorsunuz. Terk edilmiş Rum köyleri, kiliseleri görüyorsunuz çoğu harabeye dönmüş, yeni yapılmış villalarda gözünüze çarpıyor. Kıbrıslılar genelde Çift katlı evlerde yaşıyor apartman daireleri görmüyorsunuz çok fazla ama bir şeyi merak ediyorum. O kadar çok villa var k,i buralarda kim, ne zaman, neden yaşıyor sorusunu da merak etmeden geçemiyorum.  Girne’ye vardığımızda akşam oluyor. Ayarladığımız otel çalışanıyla Colony Otel’in önünde buluşacağız
Girne
ama bir türlü buluşamıyoruz. Yarım saat bekletiyor bizi, Otelimize kendimiz de gidemiyoruz. Cyprus Dorm’s  oteli bilen’de çıkmıyor. Zaten Kıbrıslı’yla karşılaşmak ta zor, Çok fazla yabancı var. Neredeyse her milletten insan var. Afrika kökenliler ve Uzakdoğulular ilk göze çarpanlar. Hint ve Pakistan asıllar bile mevcut bu küçücük adada, Türk nüfusu artık yabancıdan saymıyorum bile çoğu yıllar öncesinden geldiğinden adalı olmuş.
Otelimizi internetten ayarlamıştım. Küçük, sevimli, temiz (resepsiyon hariç) bir yer. 2 kişi için gecelik 30 euro veriyoruz. Çokta memnun kalıyoruz. Otele yerleştikten sonra hemen karnımızı doyurmaya koyuluyoruz. Otelimizin tavsiyesi üzerine Otele de çok yakın olan kebapçıya gidiyoruz. Benim Tercihim Adanın ünlü şeftali kebabını tatmak. Şeftali kebabının, adıyla tadının pek alakası yok. Ben çok beğeniyorum. Ama herkes benle aynı fikirde değil. Diğerleri başka kebaplar veya lahmacun deniyor. Fiyatlar da yemekler de çok güzel. 4 kişi 74 tl hesap ödemenin mutluluğuyla odalarımıza çekilip erkenden yatıyoruz.
06.12.2014 : Sabah çok erken kalkmışım, yatakta biraz debelensem de sonuç vermiyor. Duş alıyorum sonra televizyonu kurcalıyorum ama yinede saat çok erken Özay’ı kaldırmaya karar veriyorum. Bir gün öncenin yorgunluğu yüzünden, gece o kadar erken yattık ki, gecenin bir yarısı uykumu alarak uyanmışım. Özay da kalkınca aşağıya iniyoruz. Gece sanki çok ara sokaklarda bir yerlerde kalıyormuşuz gibi gelmişti ama şehrim tam kalbinde kalıyormuşuz aslında, limanın hemen arkasında, Girne kalesinin yan tarafında, hatta otelin kapısının karşısında eski bir kilisemiz bile var çok zarar görmüş yıkık dökük halde ama bulunduğumuz sokaklar tarih kokuyor. Ara sokaktan az ilerlemiştik ki Limanı görüyoruz. Dar sokaktan kısa bir iniş yolu varmış limana onu keşfediyoruz. Yukardan biraz limanı seyrediyoruz. Saat 7 oluyor ama hala sokaklar da tek kişi bile yok. O kadar sakin ve güzel ki güzelliğe takılı kalıyoruz bir süre. Sonra kızları da alıp keşfettiğimiz yoldan limana iniyoruz. Limanda dolaştıktan sonra Simit Dünyasında bir kahvaltı yapıp, Kaleye giriyoruz. Girne kalesi birçok uygarlığa ev sahipliği yapmasına rağmen neredeyse hiç bozulmamış. İçersi çok büyük müzeleri ve surlarıyla yarım gün geçirilmesi gereken bir yer. Fakat bizim o kadar zamanımız yok. Hızlandırılmış bir tur yapıyoruz. İçerisinde ünlü batığın bulunduğu müzeden çok, zindanlar ilgimizi çekiyor. Özellikle hikâyeleriyle ve canlandırmalarıyla aklımızda kalan zindanlar oluyor.
Bellapais
Kale sonrası Bellapais’e gidiyoruz. Burası Girne’nin hemen dışında yarım saatlik mesafede, Küçük bir turistlik kasaba. Kasabaya varır varmaz Arabamızı park edip yukarı doğru yürüyoruz. Sizi hoş bir sokak
Bellapais
karşılıyor. Evlerin ve dükkânların güzel uyum içinde olduğu sokaktan Kiliseye varana kadar yürüyorsunuz. Burayı internette çok araştırmamış olacağım ki, sanki yıkık bir kilise göreceğimi düşünüyorken, Muhteşem bir mimariyle karşılaşınca şaşırıyorum. Çok kalabalık, Yabancı ve yerli bir çok turist gurubu var. Buraları gezmek için tam mevsimin de geldiğimizi düşünüyorum. Yazın bunaltıcı
Bellapais
sıcağına maruz kalmıyoruz ve doya doya geziyoruz.
Sonraki durak Hilarion kalesiyken biz aniden fikir değiştirip beşparmak dağlarında adı geçen Tank’a gitmeye karar veriyoruz. Plana uymayarak büyük hata yapıyoruz. Bunu anlamak için 1 gün geçmesi gerekecek, çünkü boşuna zaman harcıyoruz. Tank’a Karşıyaka köyünden dar bir yolla gidiliyor, yolun çoğu yerinde 2 araç geçemiyor. Yollar, asfalt olmasına karşın uçurum ve virajlı ama her şeye rağmen çok eğlenceli. Tank’a vardığımızda yol kenarında ilk paletlerini görüyorsunuz. Yolun hemen altında da kendisini, Kıbrıs savaşında kahramanlıklarını duyduğumuz bu tankın, aslında bize anlatılandan çok daha farklı bir hikâyesinin olduğunu öğreniyoruz. 1974 Kıbrıs harekâtında, 2 Türk tankı Lapta muhaberesinde, Hilarion bölgesinden bu dar yolu kullanarak gelirken, öndeki tank mayına basar ve etkisiz hale gelir, arkadaki tankta yoluna devam etmek için, öndeki tankı yoldan
aşağı iter ve yoluna devam eder. Aslında burada bize anlatıldığı gibi bir kahramanlık hikâyesinin olmadığını, tankın başındaki bilgilerden okuyoruz. Ama yine de hikâyenin gerçeğini yerinde öğrenmek bizi mutlu ediyor.
Buradan sonra yine bol Hikâyelerin Anlatıldığı başka bir mekân olan, Mavi Köşk’e gidiyoruz. Burası askeri bölgede olduğundan, girişte kaydınız alınıp, kimlik veriliyor. Askeri personel ve öğrenciye indirimli, zaten ücreti de 3 tl civarı, sadece nakit kabul etmiyorlar, sadece kredi kartıyla ödeme
Mavi Köşk
yapabiliyorsunuz. Kapıda bir süre bekledikten sonra, sizi rehber eşliğinde gurup halinde, Köşkü gezdiriyorlar. Rehberimiz asker, ve köşkü yalamış yutmuş gerçekten çocuk. Tüm sorularınıza rahatlıkla cevap alabiliyorsunuz.
İtalyan asıllı Rum, Avukat Paulo Paolides tarafından 1957 yılında yaptırılmış. Silah kaçakçısı olduğu söylense de resmini görünce insanın inanası gelmiyor, gangsterden çok holliywood film yıldızlarına benziyor :) Köşk dışarıdan küçük gözükse de, içi gez gez bitmiyor. Değişik hikâyelerin ve garip eşyaların anlatıldığı bu köşk gezmeye değer.

Köşk çıkışı bu kez Köy ziyareti yapıyoruz, Listemizde ki köy Koruçam Köyü, Bu köy Maruni halkından oluşuyor. Şuan sürekli olarak 150 civarı kişi yaşamasına rağmen köy merkezi epey kalabalık. Köy merkezindeki kilisenin hemen karşısındaki kahvehaneye oturup birer kahve söylüyoruz. Yan masamızda yaşlı amcalarla muhabbete başlıyoruz. Türkçeleri yetersiz olmasına rağmen, birçok sorumuza cevap alabiliyoruz. Maruniler, Lübnan ve Suriye bölgesinden göç etmiş Katolik Hiristiyan halk. Arapca, Rumca ve Türkçe karışımı bir dil kullanıyorlar. 1974 sonrası birçoğu Rum tarafına göç etmiş, bir kısmı ilk göç edip sonra geri dönmüş, bir kısmı da Rum tarafında yaşadığı halde sık sık gidip geliyormuş. Noel öncesi olması nedeniyle, hafta sonu olmasının da etkisiyle, Rum tarafında ki bir çok

Maruni Köydeymiş Şuan. Halk çok sıcakkanlı sevecen geliyor, çok seviyoruz bu yaşlı amcaları, Savaşta herhangi bir taraf tutmamışlar. Rumlar ve Türkler arasında geçti biz yaşamımıza devam ettik diyorlar. Bu bölge Kıbrıs’ın en yağış alan bölgesi olduğundan
halk tarımla uğraşıyor. Hayvancılıkta uğraşım oranı da epey yüksek. Burada da halk, tüm Kıbrıs’ta olduğu gibi maddi durumu epey iyi ve gayet mutlular, biz burayı çok seviyoruz, istemeyerek ayrılıyoruz. Kahve de insanların Euro ile hesap ödediğini görüyoruz. Bizde euro da yok Türk parası alırlar mı diye düşünmeye bile fırsat kalmadan hesabımızın bir amca tarafından ödendiğini öğreniyoruz. Karşıdaki
Kiliseyi de resimledikten sonra Güzelyurt’a doğru yola çıkıyoruz. Aslında Güzelyurt Listemizde yok. Sadece Orasını da görmeden gelmeyelim Kıbrıs’tan, mantığıyla gidiyoruz. Zaten vardığımızda da akşam oluyor. Araçtan hiç inmeden Geldiğimiz yoldan Girne’ye Geri dönüyoruz.

Akşam Yine bir önceki akşam gittiğim Özgülen Kabap’ a gidiyoruz. Lezzet ve Fiyat olarak çok beğeniyoruz burayı. Sonra Limana iniyoruz. Liman geceleri çok hareketli aslında bir gece burada yemek lazımdı. Ama Bütçe kısıtlı, Barlarda canlı müzik var biz söyle bir tur atıp kordona iniyoruz. Yanımızda bir gün önceden aldığımız Votkamız var. Kordonda bir genç, gitarıyla sanatını icra ediyor. Sesini beğeniyoruz hemen yanındaki banka oturup, Votkanın hemen
kapağını açıyoruz. Genç bizim alkışlarımızda coştukta coşuyor, bizde ona ve arkadaşına votka ikram ediyoruz. 1 saat kadar sonra gençler çoğalıp müzik de kesilince, bizde Kıbrıs’ın kumar turizmine bir bakalım diyoruz. Gençlerden aldığımız tavsiyeler doğrultusunda en yakın kumarhaneye gidiyoruz. İlk kumarhane deneyenimiz olduğundan tedirginiz. Kapıda tüm eşyalarımız alınıp bir anahtar veriliyor. İçeride tüm makineler dolu neredeyse içeride adım atacak yer yok. İlk milleti izleyip öğrenelim diyoruz ama herkes başka bir oyun oynadığından çok ta bir şey anlamıyoruz. Bize tarif edildiği gibi görevlilere bir öpücük atıyoruz. Bu görevli çağırma yöntemiymiş gerçekten ilginç,  geliyor görevli, ilk kez geldiğimizi acemi olduğumuzu söylüyoruz. Küçük oynayacağımızı ve basit olmasını istiyoruz. Makineye 20 tl ile başlıyoruz. 20kruş ile açılıyor her oyun. Yaptığınız tek şey bir tuşa basmak olduğundan ben sıkılıp bu işten Ayfer’e devrediyorum. Bizim 20 tl 68 tl olunca kalkıyoruz. Ayfer ile Özay kalma niyetinde ama Emine’yle beni açmadı ortam. Dışarı çıkıp biraz piyasa yapıyoruz. Alkol fiyatlarını gözden geçiriyoruz biraz sonra Simit Sarayında birer tatlı yiyip Geceyi sonlandırıyoruz.

07.12.2014 : Sabah yine erken kalkıp Girne’nin hemen 10km dışındaki, Hilarion kalesine gidiyoruz. Yarım saat önce açılması
gerektiği yazıyor kapıda ama maalesef kapalı daha açılmamış, Biz yukarı yürüyerek mi çıkalım acaba diye düşünürken bir araç yaklaşıyor ve bize korna çalıp kapıyı açmamızı işaret ediyor. Keşke açıldığını bilseydik de beklemeseydik. Gelenin kale görevlisi olduğunu kıyafetinden anlıyoruz. O arabayla yukarı çıkınca bizde arkasından devam ediyoruz. Yukarıda bizden utanmış olsa gerek ki ücret talep etmiyor, Kale bir zamanlar o kadar görkemliymiş ki, birçok çizgi filmine ilham kaynağı olmuş, ama şuan eski ihtişamından çok şeyler kaybetmiş. Ama yine de gezip görülmeye değer, tabi ki 700mt merdiven çıkmak sizi korkutmuyorsa. Biz bir kısmını çıkıp sonra vazgeçiyoruz çünkü planımız maalesef bugünde çok yoğun. Kaleden inince anayoldan gitmek yerine dağ yolundan devam etmeyi tercih ediyoruz. Bu yol bir gün önce gitmemiz gereken yol aslında ama biz bugün girmeye karar veriyoruz. Pazar olmasından dolayı dağlık ve ağaçlık arazide birçok kişiye rastlıyoruz. Arabasını yol kenarına bırakıp yabani mantar toplayanların yanı sıra Av için gelmiş olanlarda var. Biran kendinizi Yaban Tv de sanıyorsunuz. Keklik avladıklarını öğrendiğimiz avcılar epey profesyonel ekipmana sahip, bizim oraların avcılarına pek benzemiyorlar. Umarım bu iş 12 ay böyle değildir çünkü adım başı avcı ve av köpekleri var, bu iş böyle sürerse kuşların nesillerinden insan şüphe duyuyor ama buna rağmen yolda biz bile keklik görüyoruz. Şanslı kuşlarmış bize rastlıyorlar. Yolda duraklamalarla birlikte 1 saat gibi bir sürede Karşıyaka’ya varıyoruz. Hilarion kalesi ve Tankı gezmek isteyenlerin kullanması gerektiği bir yolu, biz maalesef 2. gün kat ediyoruz. Karşıyaka’dan ana yola devam edip Karaman (Karmi) Köyüne geçiyoruz. Bu köy İngiliz başta olmak üzere birçok Avrupalı ve Amerikalının yaşadığı bir köy, 1900 lü yıllarda adaya yerleşmeye başlayan bu halk savaş sonrası hükümet tarafından bu köyde toplanmış. Hala yaşamlarını sürdürmekteler. Bu köy hakkında çok yazı okuduğumdan listeye almıştım. Köy Meydanındaki Kilisesiyle, Telefon kulübesiyle, işletmeleri ve insanlarıyla bizden olmadığını açıkça haykırsa da, bizim oraların her yeri İngiliz villaları İngiliz mahallesi olduğundan pek ilgimizi çekmiyor. Kilise de Pazar ayini hazırlığı vardı, bize de sıcak davranıyorlar ama burada çok fazla kalmıyoruz. Doğru Lefkoşa’ya yola çıkıyoruz. Lefkoşa Girne’den Çok yakın yarım saat gibi bir sürede varıyoruz. İlk Venedik sütununu buluyoruz. Aracımızı park edip hemen yan tarafındaki bir çay bahçesinde soluklanıyoruz. Sonra sokaklarda tur atmaya başlıyoruz. Lokmacı sınır kapısında insanların yaya geçişlerini gözlemliyoruz. Sınır kapısına çok benzemese de, Sınır boyu ilerliyoruz. İlk defa yıkık dökük binalara rastlıyoruz. Ara tarafsız bölgede hala binalarda kurşun delikleri duruyor. Lefkoşa’nın ekonomisinin Girne ve Mağosa’ya göre daha kötü olduğuna karar veriyoruz. Sınır boyu ilerlerken birçok eski yapıya denk geliyoruz. Yolda Kıbrıslı bir teyzeden tüyolar alıyoruz. İlerde bir parktan Rum tarafını gözlemleyebileceğimizi söylüyor.
Rum Tarafı
Türkiye’de Kıbrıslıların Türkleri sevmediği söylenir. Biz hiç böyle bir şeye rastlamıyoruz. Aksine çok sıcak davranıyorlar. Ara sokaklardan ilerleyerek teyzenin bahsettiği sınır parkına ulaşıyoruz. Gerçekten sınıra sıfır bir yer, Rum tarafını kolaylıkla gözlemleyebiliyorsunuz. Sokakta dolaşan insanlar, arabalar diğer tarafta hayat tüm canlılığıyla devam ediyor. Park geceleri kapanıyormuş, kaçak geçişleri engellemek için sanırım. Rumlar ve Kıbrıslı Türkler karşılıklı sorunsuz gelip geçiyor zaten sınırı, ama 2 tarafta da çok fazla yabancı nüfus mevcut. Parkta epey Rum tarafını gözlemledikten sonra Lefkoşa’nın ara sokaklarına dalıyoruz. Sınır Boyunda birçok bina da savaşın izlerini hala görebiliyorsunuz. Mermiler bina duvarlarını delik teşik etmiş. Ara sokaklarda eski tarihi binaların çoğu yıkık dökük bakımsız halde, Mağosa ve Girne gibi değil başkent, daha yıkık dökük. Ara Sokaklardan ilerleyerek Girne Kapısına ulaşıyoruz. Adının kapı olduğuna bakmayın yol ortasında bir küçük binacık olarak kalmış. 1931 de surlar yıkılıp araç yolu açıldığı için yol ortasında kalmış.1567 de Venedikliler 3 adet inşa etmiş, sonra Osmanlılar tadilat etmiş,
Girne Kapısı
Günümüzde de halen turizm ofisi olarak hizmet vermekteymiş fakat biz bir yetkiliye rastlamadık. Kapıyı arkamızda bırakıp Lefkoşa’nın en ünlü ve adı gibi en büyük Hanına Gidiyoruz. Büyük han, Osmanlıların Adayı fethinden 1 yıl sonra 1572 de inşa edilmiş fakat İngiliz döneminde hapishane olarak kullanılmış. Görkemli bir eser. Birer kahve içiyoruz ve bende içerisinde bulunan hediyelik eşyacılarından birkaç küçük alışveriş yapıyorum. Bir dükkân sahibiyle epey muhabbet şansı yakalıyorum. İnsanlar gerçekten sıcakkanlı sevecen yardımsever, bize anlatıldığı gibi değiller.
Büyük HAN
Han çıkışı Sokaklarda kısa bir turdan sonra barbarlık müzesine gidiyoruz. Kapısında kapanış saatinin 15.30 yazmasına rağmen kimseler yok, kapalı. Kıbrıs böyle bir yer, müze de olsa kimse açılış – kapanış saatini umursamıyor.

Biraz başıboşluk, biraz tembellik tipik Akdeniz yaşam tarzı Müze aslında 1963 yılına kadar küçük bir ev,  Doktor Binbaşı, Nihat İlhan’ın Eşi ve Çocuklarının Burada Rumlar tarafından Barbarca taranarak katlediliyor.  Ev o haliyle korunuyor ve müze haline getiriliyor. Duvarlarda hala kan ve mermi izlerini görmek mümkünmüş ama biz buna maalesef müze çalışanı yüzünden tanık olamıyoruz.

Müzenin kapısından hüzünlü bir şekilde ayrıldıktan sonra kendimizi Kıbrıs’ın ucuz içkilerinden satın almak için bir alışveriş merkezine atıyoruz. 10 tl ‘ye kanyak, 13 tl’ye Vodka 32 tl’ye Yeni Rakı (1lt) almak Çok güzel bir duygu. Burada birkaç saatimizi de Harcadıktan sonra Ercan havaalanına doğru yola çıkıyoruz.

Kıbrıs Hatırası :)
Hava alanında Kiralık araçların park yerine vardığınızda araçta bulunan sensör sayesinde kapı otomatik açılıyor. Aracı park ettikten sonra gösterildiği gibi kutulara anahtarımız atıp ayrılıyoruz. Yani aracı teslim almaya gelen bir görevli yok. Tüm teslimat 2 dakika sürüyor..

Sonuç olarak Mükemmel bir 3 gün geçiriyoruz. 4-5 gün Tüm Kıbrıs’ı gezmek için ideal, biz Deniz mevsimi olmadığından 3 güne zorda olsa sığdırabiliyoruz. Araç Kiralamak Şart, Toplu taşıma araçları yetersiz. Araç Kiraları ve yakıt gayet uygun. Ucuz oteller var amacınız Sadece Kumar ve Gece Kulüpleri değilse eğer. ‘’Kıbrıs halkı Türkleri Sevmiyor’’ YALAN. ‘’Kıbrıs Çok Pahalı ‘’ Buda Başka Bir YALAN.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

1 yorum:

JeyKuzey dedi ki...

Merhaba, Ayaz Rent a Car olarak yorumunuzu okuduk çok teşekkür ederiz, bize http://www.ayazrentacar.com.tr den ulaşabilirsiniz.

Yorum Gönder